28 Aralık 2017 Perşembe

BEKLENMEYEN MİSAFİR

 
Orijinal film adı: Guess who is coming to dinner

IMDB: 7,8 / 10

Tür: Komedi, Dram
Süre: 1 sa. 48 dk.

Renk: Renkli
 
Yapım yılı: 1967
 
Ülke: ABD

Yönetmen: Stanley Kramer

Oyuncular: Spencer Tracy, Sidney Poitier, Katharine Hepburn, Katharine Houghton





Favori diyalog (Quote of the film):















Selamlar!

“Beklenmeyen Misafir” özlediğimiz insan ilişkilerinin içtenlikle beyaz perdeye yansıtıldığı sımsıcak, yumuşacık, bütünleştirici bir film… İzlerken ailenin tatlılığı, insanların ve evlerinin de güzelliğiyle içinizi açan bu muhteşem film, bu zor günlerimizde bize hayatın aslında ne kadar güzelliklerle dolu olduğunu hatırlıyor. 
Hayat boyu aşk yaşayan 4 Oscar ödüllü Katherine Hepburn ve usta aktör Oscar ödüllü Spencer Tracy’nin bu son filmleri tam 10 dalda Oscar'a aday gösterilmiştir.   “En iyi kadın oyuncu” (Katharine Hepburn) ve “En iyi özgün senaryo” dallarında da bu ödülü almıştır. Ayrıca Katharine Hepburn ve Spencer Tracy BAFTA ödüllerini de almıştır. Film 8 dalda da Altın Küre'ye aday gösterilmiştir.
Olmazsa olmaz listemdeki bu eşsiz film ve oyuncularına dair anlatacak o kadar çok şey var ki; ama önce konu:
Konu:
Film, ırkçılık sorununun henüz tam olarak çözülmediği 60’lı yıllarda geçer.  The Guardian gazetesinin editör ve yayıncısı Matt Drayton ve sanat galerisi sahibi Christina Drayton San Fransisco’da yaşayan yüksek gelirli ve liberal görüşlü bir ailedir.  Çiftin bir kızları vardır; Joey.  Joey, ailesi gibi açık fikirli, hoşgörülü ve liberal yetiştirilmiştir.  Öyle ki, Hawaii seyahatinden dönen Joey, ailesine bomba haberi verir: Nişanlanmıştır!  Nişanlısı itibarlı bir tıp doktorudur ve birkçok ülkeyi kapsayan yoğun bir iş programı vardır.  Ama esas bomba bu değildir, nişanlısı Dr.John Prentice bir siyahidir! Drayton çifti bu şoku atlatamamışken, Joey bir de, John ve ailesini akşam yemeğine davet eder.  Drayton çiftinin liberal görüşleri büyük bir sınavdan geçecektir şimdiJ Diğer yandan, oğullarının nişanlısının “beyaz” olduğundan habersiz Los Angeles’ta yaşayan Prentice çifti, büyük bir mutlulukla aynı güne uçak biletlerini alır müstakbel gelinleri ve ailesiyle tanışmak için.  Başından beri kızına destek olan Christina, akşamki olası gerginliği yumuşatması için aile dostları din adamı Monsenyör Ryan’ı da yemeğe davet eder.  Sonrası ise komedi ile içice geçmiş gerçekçi bir dram ve görsel şölendir.  Bu iki aile bu iki gencimizi ailelerine kabul edebilecek midir?  Gerçekten zevkle izleyebilirsiniz.

 

Bilgi ve yorumlar (SPOILER ALERT – Filmi izledikten sonra okumanızı öneririm!)
Hollywood’un efsane aşk hikâyeleri vardır.  Siz de bu çiftleri yan yana görmekten büyük bir keyif alırsınız.  İşte iki dev oyuncu Katharine Hepburn ve Spencer Tracy’nin aşkı da Hollywood’da bir efsane olmuştur.  Bu aşk ikilinin birlikte olan ilk filmi 1942 yılında “Yılın Kadını (Woman of the Year)” ile başlar.  Spencer’ın 1967 yılında vefatına kadar 25 yıl boyunca da devam eder. 
Katharine Hepburn’dan detaylıca bahsetmezsem kendimi gerçekten çok kötü hissederim.  Hollywood’da “entelektüellik” ve “kadın”lığı yan yana getiren belki de ilk kadın oyuncudur Hepburn.  Güçlü, çağdaş ve sağlam karakteri ile Hepburn, Hollywood’un en altın çağında diğer kadın oyunculardan keskin bir çizgi ile ayrılır.  Feminist bir annenin kızıdır ve annesinin yolundan da hayatı boyunca asla yaşmamıştır.  Erkek egemenliğinin yoğun olduğu bir dönemde değer yargı ve inançlarından hiçbir ödün vermeden sağlam durmayı başarabilmiştir.  96 yaşında vefat eden Hepburn 12 kez Oscar’a aday gösterilip 4’ünü kazanarak bir rekora da imza atmıştır.  Hepburn hep “kendi gibi” olmuştur.  Kendi ücretini kendi belirler, toplum içine çıkmaktan rahatsız olmaz, parasız röportaj vermez, özel hayatından asla bahsetmez ve hayranları ile mesafeli bir ilişki kurar.  Bu tutum size Türk sinemasından birini hatırlatıyor mu? Hani kendi “kuralları” olan birini :D  Hepburn gerçekten eşsizdir.  Göründüğü her sahne hafızalara kazanır.  Bu 88 yaşında rol aldığı en son filminde bile böyle olmuştur.  Kısa sürede tüm aykırılığına rağmen Hollywood’da kabul görmüştür.  Filmlerine bambaşka bir derinlik ve tat katar.  Yönetmenleri ile ilişkisi çok derindir.  Setlerde hep pantolon giyer ve asla görüşlerini paylaşmaktan kaçınmaz.  Kendisi 1999 yılında Amerikan Film Enstitüsü tarafından “Bütün zamanların en büyük kadın oyuncusu” da seçilmiştir. Hollywood bu aykırı kadına hep saygı duymuş ve duymaktadır. 
1942’de film setinde Tracy ile tanışan Hepburn, Tracy’e “Seni beklediğimden kısa buldum” der.  Tracy de ona: “Seni yakında kesip kendi boyuma getiririm” der.  Ve gerçekten de Hepburn bir daha asla Tracy’siz yapamaz.   Birlikte 9 filmde rol alırlar.  İşte size iki zıt karakter dahaJ Entelektüel, idealist ve hırslı bir kadın; doğal, sade ve hoşgörülü bir adam.  Aşklarının gücü belki de bu zırlıtlarından geliyordu.  Ne yazık ki Tracy koyu katoliktir ve evlidir.  Boşanmaya karşıdır.  Hepburn tüm bu engellere rağmen, aşkından ödün vermez.  O döneme göre sıra dışı olan bu ilişki tam da Hepburn’un karakterine uygundur aslında.  Son filmleri olan bu filmin çekimlerinin bitiminden 17 gün sonra da Tracy’i kaybeder Hepburn.
 

Filmin yapımcı ve yönetmeni Stanley Kramer de Hollywood’un en başarılı ve liberal yönetmenlerinden biridir.  Filmin çekildiği dönemde ABD’nin 17 eyaletinde ırklar arası evlilikler hala yasaktır.  Ve bu eşsiz yapıt naif bir şekilde gündeme getirir bu kritik konuyu usta oyuncularıyla… Tracy’nin bu filmde yer alması adeta bir görev gibidir.  Tracy son seslendirmesinden dönerken kalp krizi geçirerek hayata veda eder.  Ölümünden 2 gün sonra Virginia eyaletinde ırklar arası evlilik için yasal düzenlemeler başlar.  Ve film gösterime girdiğinde artık tüm eyaletlerde ırklar arası evlilik yasal hale gelmiştir. Filmin son sahnesinde Tracy’nin gerçek aşk temalı 8 dakikalık konuşması ise kült olarak sinema tarihine geçer.  Öyle etkileyicidir ki, Hepburn; Tracy’nin artık yaşamının sonuna geldiğini ve son filmi olduğunun da bilinciyle, o karede kendi aşklarından da pay bularak, gerçekten ağlamaktadır.  Hepburn bu son filmlerinin tamamını izleyememiştir.  Bunu kaldıramamıştır. Hatta o dönem Spencer Tracy o kadar hastadır ki, film ekibini ikna etmek için hem Katharine Hepburn hem de yönetmen Stanley Kramer kendi ceplerinden film için bütçe ayırmıştır. 

Film eğlenceli müziğiyle bir uçağın havada görüntüsü ile başlar.  Arka fondaki şarkı Billiy Hill'in “Aşkın Görkemi (The Glory of Love)” şarkısıdır.  Mutluluk dolmamanız inanın imkânsızJ Hele ki tatlı eğlenceli Joey ile ciddi görünümlü sempatik John çiftinin müziğimiz eşliğinde havaalanından ayrılışınızı gördüğünüzde… Bindikleri taksinin şöforü aynada çiftin öpüştüklerini gördüğünde şok olur.  İşte filmimize dair ilk ipucu… John aile ile emrivaki ile tanışacağı için sıkıntılıdır; ama Joey ailesinin sorun etmeyeceğinden emin olduğunu söyler.  Ve çift eve doğru yola çıkar.  John ile ilk olarak evin emektar çalışanı siyahi Tillie tanışır.  İki siyahî tokalaşır.  Tillie çok gerilir: “Irkımdan birinin haddini aşması hoşuma gitmedi” der.  Joey ise “Seni hep sevdim ve sen de onun kadar siyahsın.  Seni sevmem normal de onu sevmem mi garip” der.  Söz konusu sevgi olunca bu söylenilen mantıklı değil de ne…
Bu arada ev inanılmaz güzel.  Hele o eşsiz teras manzarası…
 
Filmde Hepburn'ün kızı rolünü oynayan Katharine Houghton gerçek hayatta Katharine Hepburn'ün yeğenidir.  Houghton'ın bu, ilk sinema filmidir.
Joey’nin annesi Catherine’in, John ile tanışma anı çok ama çok komikJ  Catherine büyük bir şok geçirmesine rağmen, kızını üzmemek adına duygularını belli etmemeye çaba gösterir.  Yine de John durumu anlar.  O da minik esprilerle ortamı yumuşatmaya çalışır.  Asıl efsane sahne ise John’nun Matt’den (Joey’nin babası-Spencer Tracy) durumu anladığında aldığı tepkidirJ  Gerçekten sesli gülmüştüm bu sahnede. 
 
 
  
 
Matt’in çaresizce eşi Catherine’e bakması ve bakışlarının konuşması.  İki efsane oyuncu… Kendisi de Oscar ödüllü büyük oyuncu Sidney Potier (John’u oynayan kişi) , efsane iki oyuncu Katharine Hepburn ve Spencer Tracy karşısında oynamaktan o kadar heyecan duyar ki, set boyunca ikili ile sahnelerinin öncesinde boş sandalyelerle defalarca prova yaparJ

Drayton çifti inanılmaz endişeli olmalarına rağmen kızlarını üzmemek adına o kadar nazik yaklaşırlar ki duruma, hayran kalırsınız.  Zaman zaman dönen ince espriler de çok keyiflidirJ  Drayton çifti görüşlerini bildirmek için zaman ister.  Sorun John’un bu akşam iş için New York’a, ertesi gün de İsviçre’ye gidecek olmasıdır.  Ama esas sorun çiftin birkaç hafta içinde Cenevre’de evlenip yaşama kararı almış olmalarıdır.  Dolayısıyla Joey ailesinden bu akşam net bir cevap beklediğini söyler.  Matt yine Catherine’e bakar :D  John da aslında Drayton çifti kadar saygılı ve anlayışlıdır. Öyle ki çiftle özel olarak konuşarak; eğer onay vermezlerse Joey ile evlenmeyeceğini söyler.  Her ne kadar Joey ailesi ne derse desin evleneceğini söylese de… John, Joey’nin ailesi ile ilişkisinin bozulmasını istemez.  Aile bu konuşmadan sonra biraz da olsa rahatlar.  Bir taraftan kızlarına ırkçılığın kötü bir şey olduğunu öğrettiklerini ama diğer taraftan zenci bir adamla evlenme demediklerini bilirler aslında… Drayton çiftinin çaresizlikleri çok tatlıdırJ Film boyunca Katharine Hepburn’un gözleri hep yaşlıdır.  Bu da performansına inanılmaz bir derinlik katmaktadır.  Matt ne kadar endişelense de, John’un işine olan saygısından ve işinde başarısından dolayı, ona hayran olmaktan kendini alamaz. 
Olaylar hızlı gelişiyor derken, Joey, John’un ailesini de akşam eve yemeğe davet ederJ Matt duyunca çıldırır.  Vee Monsenyör Ryan eve gelir.  Kendisi Matt’in en yakın arkadaşıdır.  Din adamıdır ve çok sempatiktir.  Nişanlı çiftimiz karşısında hiç şaşkınlığa uğramaz, hatta ırklar arası evliliğin çok çaba gerektirdiğinden olsa gerek çok da başarılı olduğunu söyler.  Drayton çifti biraz da olsa rahatlar.  Catherine onu ortamı yumuşatması için yemeğe de davet eder. 
 
Vee John’un ailesini Joey ve John havaalanında karşılar.  Aile tabi ki şok olurJ John'un ailesinde de anne yapıcı bir role sahiptir; oğlunu mutlu görmek kadını da mutlu etmiştir.
 
Matt film boyunca kızını düşündüğünü ve Catherine’e bu evliliğin hata olduğunu söyler.  Catherine ise bu aşkı desteklemektedir, Matt’e onlara olumsuz yanıt vermenin bir hata olacağını söyler ve daima kızının yanında olacağını söyler. 
Stanley Kramer olay örgüsünü akıcı bir şekilde kurmada oldukça başarılı bir yönetmendir.  Sahne geçişleri gerçekten de çok dinamik ve renklidir.  Film %90 sadece evin içerisinde geçmesine rağmen sizi asla sıkmaz.  Akıcı diyaloglar sizi asla sıkmaz.  Yakın çekimler sizi asla sıkmaz.  Aksiyonsuzluk sizi sıkmaz.  İşte böyle bir film benim için gerçek bir filmdir.
Matt muhteşem konuşmasıyla filmin sonunda hepimizi şaşırtır.  İşte Katherine Hepburn tam da bu sahnede gerçekten ağlamaktadır. 


 
 
Film aslında çocuklarına  ve aşka son derece saygı duyan iki ailenin hikâyesi… Ailelerin çocuklarını seviyor olması tabi ki doğal bir durumdur.  Fakat her aile çocuklarına saygı gösteremez.  İşte bireyi birey yapan da, karakterini şekillendiren ve güçlendiren de ailesinin ona duyduğu saygı değildir de nedir?
İşte size muhteşem bir bilgi daha vereceğim ki hayretler içerisinde kalacaksınız :D
John, babasına Joey’nin çocukları olursa, ABD’nin ilerde başkanı olacağını ve bu yönetimlerinin çok renkli olacağını hissettiğini” söyler.  Ve işte gerçek!
Bu filmden tam 7 yıl önce, zenci ekonomi öğrencisi Barack Obama ve beyaz antropoloji öğrencisi Ann Durham âşık olur ve evlenirler.  Aynı filmdeki Joey ve John karakterleri gibi ikili de Hawaii’de üniversitesinde tanışmıştır! Çiftin 2008 yılında bir oğulları olur: Barack Obama.  VE 2008 YILINDA BARACK OBAMA ABD CUMHURBAŞKANI OLUR! Peki, buna ne diyorsunuz arkadaşlar?  Obama'nın başkan olacağı doğduğunda mı belliydi yani?

 
 

 
 
 
Bence bu bilgiyle noktalayalım…
Umarım siz de benim gibi büyük bir aşkla izlersiniz bu filmi….

 
THE GLORY OF LOVE

"This is a song I've been singing for a long time.
It's like an old friend.
But, you know, I think it,
it's only recently that I discovered what it's really about."

You've got to give a little, take a little,
and let your poor heart break a little.
That's the story of, that's the glory of love.

You've got to laugh a little, cry a little,
until the clouds roll by a little.
That's the story of, that's the glory of love.
As long as there's the two of us,
we've got the world and all it's charms.
And when the world is through with us,
we've got each other's arms.
You've got to win a little, lose a little,
yes, and always have the blues a little.
That's the story of, that's the glory of love.
That's the story of, that's the glory of love.

Billy Hill
 























Kaynaklar:
www.imdb.com
www.wikipedia.com
www.beyazperde.com






 

 
 

 
 
 
 



 





 
 




 




 

 
 
 

1 yorum:

  1. Kurgu, diyalog kalitesi, oyunculuk, müzik bakımından fevkalade bir film. Sevginin her türlü engeli aşacak güçte olduğunun en güzel misalini veriyor seyirciye. Sıkmadan, gözleri yaşartarak...

    Etkilendiğim sahnelere gelirsek;

    John'un Matt'in çalışma odasında babasıyla konuştuğu sahne harikulade idi. Babasının içindekileri tamamen boşaltmasını sabırla bekledi. Sonra hakaret etmeden, incitmeme gayretiyle duygularını bütün samimiyeti ile dile getirdi.

    Bayan Hepburn'in üst düzey yetki verdiği çalışanını kibarca, itiraz etmesine gerek bırakmadan kovduğu sahne. Cümleleri öyle tesirli sıraladı ki...

    Bayan Hepburn'ün gün batımını yaşlı gözlerle seyrettiği an. O ateş turuncusu renk, âdeta derin bir elemi simgeliyordu.

    John'un annesinin elini ellerine alarak aşkının büyüklüğünü dillendirdiği sahne...

    Son olarak Matt'in kapanış konuşması... 22 yıldır yanlarında çalışan hizmetçilerini de salona davet ettikten sonra söze girmesi büyük incelikti. Duygulu, saygı ile sevgiyi dengeye oturtmuş, gelecek endişesi taşıyan bir babanın kalplere işleyen bu konuşması, taş yürekliler dışında eminim seyreden herkesin göz pınarlarını doldurmuştur. Bilhassa eşinin gözlerine uzun uzun baktığı o an!

    Beklenmeyen Misafir tekrar seyredilmeyi hak eden nâdir filmlerden...

    YanıtlaSil