Orijinal film adı: Breakfast at Tiffany’s
IMDB:
7,7 / 10
Tür: Komedi, Müzik, Romantik
Süre:
1 sa. 55 dk.
Renk:
Siyah, Beyaz
Yapım
yılı: 1961
Ülke:
ABD
Yönetmen:
Blake Edwards
Oyuncular:
Audrey Hepburn, George Peppard, Patricia Neal, Mickey
Rooney
Favori diyalog (Quote of the film):
Favori diyalog (Quote of the film):
Selamlar!
Görselliği
ile içinizi açan ama derin konusuyla aslında köküne kadar dram olan bir
başyapıtı size tanıtmaktan mutluluk duyacağım.
Daha önce yayınladığım “Masumlar” filminin senaryo yazarı sevgili Truman
Capote’nin en ünlü romanı “Tiffany’de Kahvaltı”dan uyarlanan bu film, “ölmeden
önce izlemeniz gereken filmler” listesindedir evetJ Konusu ile her ne kadar kitaba bağlı kalınsa da
aslında film, karakterlerinin derinliğini yansıtmada kitap kadar başarılı
olamamıştır. Truman Capote’yi gerçek anlamda şöhrete kavuşturan ve filmdeki
Holly karakteri gibi sosyete yaşamına iyice iten de yine bu kitaptaki başarısıdır. Kendisinden yine detaylıca bahsedeceğim.
Truman
Capote başkarakter Holly için Marilyn Monroe’yu istese de, Monroe’nun menajeri
ilgili karakterin Monroe’nun imajına zarar vereceği düşüncesi ile teklifi
reddeder. Filmi izledikten sonra eminim
ki siz de bu karakteri “Audrey Hepburn” dışında bir isimle özdeşleştiremeyeceksiniz. Bu
filmdeki jönümüz George Peppard için de geçerli. Bu rol için o dönemin meşhur çapkınlarından
Tony Curtis yönetmen arkadaşı Blake Edwards’a “Paul” rolü için kendisini
değerlendirmesini ister. Fakat Audrey’in
o dönemki oyuncu eşi Mel Ferrer eşinin Tony ile aynı filmde rol almasını istemez.
Ve rolü “A Takımı” dizisinden ekibin lideri John Hannibal Smith olarak
tanıdığımız George Peppard alır. İşin komik tarafı bu rolü Capote'nin kendisi de oynamak ister! Fakat kibarca bu önerisi reddedilir:)
Hollywood
şimdilerde de oyuncu seçiminde hala oyuncu eşlerine bu derece duyarlı mı cidden
merak etmekteyim.
1961 yapımı Blake Edwards imzalı film, sayısız
yapımcı birliği ve film müziği ile müzik ödüllerine aday olmuş ve birçoğunu da
kazanmıştır. Edwards tarafından ilk
olarak siyah-beyaz olarak çekilen film, daha sonra özel olarak
renklendirilmiştir.
Filmin
unutulmaz soundtrack’i “Moonriver” ise Oscar ödülü ile taçlandırılmıştır. İlginçtir ki Paramount Pictures, Audrey’nin
pencere kenarında Moonriver şarkısını söylediği bölümü filmden çıkarmak
ister. Fakat Audrey “cesedimi
çiğnersiniz” diyerek buna engel olur.
İyi ki de olmuştur. Film ile bu
sahne sayesinde iyice özdeşleşen soundtrack, filme sadece bu dalda Oscar’ı da
getirecektir. Bestenin sahibi Henry
Mancini ise bu şarkıyı Audrey Hepburn’dan ilham alarak ve sadece onu düşünerek
bestelediğini söylemiştir. Şarkı, daha
önce şarkıcılık tecrübesi olmayan Audrey için söyleme kolaylığı olan hafif
tondadır. Şarkının zamanla birçok
versiyonu yaratılmasına ve birçok şarkıcı tarafından seslendirilmesine rağmen,
Mancini’ye göre kimse Audrey kadar derin ve iyi seslendirememiştir.
Filme;
Audrey’e; Truman Capote’ye; ve filmin uyarlandığı
kitaba dair paylaşacak o kadar ilginç bilgilerim var ki;
Ama
önce konu:
Konu:
1960’larda
Manhattan’da bir apartman dairesinde tek başına yaşayan Holly Golightly, New
York sosyetesinin tanınmış simalarındandır.
Yaşantısı oldukça ilginçtir aslında.
Taşradan gelen 19 yaşındaki Holly, 14 yaşında evlilik yapmış, savaşı ve
açlığı yaşayarak birçok zorlukla mücadele etmiştir. Aktrist olmak için Hollywood’a kaçmış, sonra
da New York’a gelmiştir. Ona statü kazanmasında
destek olan eski bir menajeri de vardır.
Lüks yaşantısı olan bir sosyete kızı olarak görünse de Holly, aslında
boş dairesinde kırık dökük eşyası ile yaşayan ve geçimini, zengin erkeklere
sabahlara kadar süren partilerde eskortluk yaparak kazanmaktadır. Holly, her sabah günün ilk ışığında
kahvaltısını çörek ve kahve eşliğinde New York 5.caddedeki ünlü Tiffany’s
mücevher dükkânının vitrinini huzurla seyrederek yapar. Holly’e göre burası kötülüklerin barınamadığı
en güzel ve özel yerlerden biridir.
Bir
gün amatör bir yazar olan Paul Varjak, Holly’e komşu olarak apartmana
taşınır. Paul, Holly’e uzun zamandır
görmediği erkek kardeşi Fred’i anımsatır ve film boyunca Paul’e Fred diye
seslenir. Aslında benzerlikleri de
vardır. Paul de geçimini evli bir kadın
olan Emily Eustace Failenson’a para
karşılığında arkadaşlık ederek kazanmaktadır.
Holly ve Paul başından beri birbirlerine dürüst olur ve kısa zamanda iyi
birer arkadaş olurlar.
Dairesinde
sürekli kokteyl partileri veren seksi ve dışadönük Holly’nin hareketli ve
şaşalı yaşam tarzı Paul’un kafasını karıştırsa da, zamanla kadındaki tatlı, çocuksu
ve kırılgan tarafı fark eder ve ona hayran olur. Holly’e âşık olmaktan ve onu koruma
güdüsünden kendini alamaz. Birçok
zorluklarla başa çıkmış Holly ise sadece paranın gücüne inanmakta ve sadece
onun peşindedir. Peki, Holly gerçekten
de göründüğü gibi sadece paraya inanan Manhattan’lı bir parti kızı mıdır? Yoksa
derinliklerinde hala aşka yer var mıdır? Bilgi ve yorumlar (SPOILER ALERT – Filmi izledikten sonra okumanızı öneririm!)
Ah
Truman Capote. Çok derin bir yazardır
kendisi. Çoğunuzun bildiği üzere Capote
gaydir. Birçok romanında da Tiffany’de
Kahvaltı’da olduğu gibi hayatına dair izler bulmak mümkündür. O
zaman Capote’yi yakından tanıma zamanıdırJ
Capote sorunlu bir çocukluk geçirmiştir. Hiçbir zaman ilgi görmediği anne ve babası, Capote küçük yaştayken boşanır.
Capote sorunlu bir çocukluk geçirmiştir. Hiçbir zaman ilgi görmediği anne ve babası, Capote küçük yaştayken boşanır.
Annesi
“Lillie Mae” (filmde Holly’nin gerçek adı) yeniden evlenir ve New York’a
taşınırlar. Dengesiz bir karakteri olan annesi,
Capote’nin gay olduğunu anlar ama sert bir çocuk olmasını ister ve onu askeri okula
gönderir. Capote ise oldukça hassas ve
kırılgandır. Zor geçen çocukluğunun ardından 17 yaşında New York’a dönerek hem
okumaya devam eder hem de bir dergide çalışmaya başlar. Bu dönem kısa hikâyeler yazmaya başlayan
Capote, bir kısmını yayınlatmayı başarır ama ilgi göremez. Alkolü, erkekleri, eğlenmeyi ve partileri
oldukça seven yazar ilk kitabını 24 yaşında yayınlatır: “Başka Sesler Başka
Odalar” Capote gay olduğunu asla
saklamaz. Zaman zaman bu sebepten dolayı
toplumda ufak skandallara sebep olsa da, renkli ve eğlenceli kişiliğinden
dolayı Amerikan sosyetesi ondan asla vazgeçemez. Bir kurgu romanı yazarı olan Copete’nin
20’den fazla eseri, film; dizi ve tiyatro oyununa uyarlanmıştır.
Birçok
farklı kaynaktan bu kitabın orijinal diyaloglarını ve bazı sahnelerin
betimlemesini okuma şansım oldu. Şunu
paylaşabilirim ki, Capote’nin karakterleri aslında filmde gözlemlediğinizden
fazlasıyla derin ve acıklı. Holly gerçek
adıyla Lula Mae (Capote’nin de annesinin gerçek adı), Capote’nin annesine de
fazlasıyla benzer. Özgürlüğe âşık olan
Holly, sadece paranın ona özgürlüğünün kapısını açacağına inanmaktadır. Bu uğurda değer yargılarını da aslında ikinci
plana atmıştır. Seks onun için bir
araçtır, erkekler de öyle. Kendinin çok
bilincindedir aslında, inandıkları da vardır.
Fakat geçimi uğruna kendine yarattığı sahte bir dünya da vardır ve onun
dışına çıkmaz istemez.
“Bir sinema yıldızı olmak, aynı
zamanda kocaman ve şişman bir benliğe sahip olmak demektir derler. Gerçekte ise
hiçbir benliğe sahip olmamak gerekir. Zengin ve ünlü bir kişi olmak istemem
demek istemiyorum. Bu benim planlarımda var ve günün birinde buna erişeceğimi
umuyorum. Fakat, böyle olsa bile, benliğimin peşim sıra gelmesini isterdim.
Güzel bir sabah uyanıp da Tiffany’de kahvaltı ettiğim zaman bile yine kendim
olmak isterim.” (Holly, Tiffany’de Kahvaltı-Sel Yayıncılık)
Film o dönem, cinsel içerikli ve cüretkâr olmasından
dolayı tam olarak kitabının aslı olarak uyarlanamamıştır. Fakat yine de büyük oranda romana sadıktır. Filmin finali de klasik bir Hollywood hareketi
olarak izleyicinin genel beklentisine uygun olarak romantik bir biçimde
değiştirilmiştir. Hangi konular neden değiştirildi
derseniz; şöyle sıralayabilirim: Film boyunca aşırı talep olunca erkeklerden
kaçan sevimli Holly karakteri aslında cinsel açıdan özgür bir profil
çizer. Bir nevi hayat kadını gibidir
aslında. Marilyn Monroe’nun da rolü geri
çevirmesi aslında bu nedenledir. Audrey,
cüretkâr kıyafetler içinde de olsa (sadece gömlek giyinmesi gibi) Holly
karakterini bize oldukça çocuksu ve sevimli yansıtır. Kitabın esas anlatıcısı olan Paul, kitaptaki
ipuçlarında da anlaşılacağı üzere aslında bir biseksüeldir! (Capote'nin yaşamından aktardığı gerçek bir kesit daha) Peki nasıl olur da Holly’e aşık olur? Aşkın sebebi Holly’nin güzelliği ya da
cazibesi değil; kadının özgürlüğe ve bağımsızlığa olan sonsuz aşkıdır. Holly’nin
dairesi aslında yaşam felsefesine dair izler taşır. Hatta çok ilginçtir ki yarısı kırık bir banyo
küvetini koltuk olarak kullanırJ
Eşyası yok denecek kadar azdır ve her şey kutularda gibi görünmektedir. Kitabında dairesinin kapı zilinde “seyahat
ediyor” yazdığını yazar. Bu da Holly’nin
evi aslında bir kafes olarak gördüğünü ve istediği zaman terk edebileceği bir mekân
olarak hissettiğini gösteriyor.
Evde beslediği kedisine bile bir isim koymaz
Holly. Ona göre kediye isim koymaya
hakkı yoktur. Çünkü kedi de ona ait
değildir. Bu kediye ait de ilginç bir
bilgi paylaşmak isterim. Filmde “kedi”
karakterini oynayan toplam 9 kedi kullanılırJ
Audrey’nin kardeşi Fred’in öldüğü haberini aldığında geçirdiği sinir krizi
sırasında kediyi fırlattığı sahnede performans sergileyen kedimizin adı “Orangey”dir. Orangey bu performansı ile Oscar ödüllerinin
hayvanlar kategorisindeki benzeri olan “Patsy” ödülünün sahibi olurJ Çekim gereği
de olsa Audrey Hepburn bir röportajında
bir kediye o şekilde davrandığı için kendini çok kötü hissettiğini
belirtmiştir.
Çocuk yaşta yaptığı evlilikten hayalleri uğruna
büyük şehre kaçan Holly’nin aslında önünde parayı eskortluk karşılığında
kazanmasının dışında pek de bir şansı yoktur.
Çünkü o dönem çalışabileceği iş kolları da yok denecek kadar azdır ve
Holly günü kurtarmak zorundadır. Bunun
için de erkekleri güzelliği, cazibesi ve görünümü ile etkilemek
zorundadır. Bu sebeptendir ki Holly
aksesuarlara özellikle şapka ve güneş gözlüklerine önem verir. Aslında bu da Holly’i canlandıran Audrey için
bir avantaj olmuştur. O dönem zaten tüm
filmlerinde ünlü modacı Givency ile çalışarak bir moda ikonu olan Audrey
Hepburn, bu filmdeki kendine özgü ve gerçekten farklı stili ile beraber tarihe
geçmiştir. Filmde 4 farklı karede farklı aksesuarlarla giydiği “aynı” siyah
elbise ölümsüz olmuştur. Aksesuarın bir
elbiseyi nasıl değiştirdiğini o dönemin kadınlarına anlatmıştır.
Filmdeki uzun sigaralığı, saç topuzu, uzun siyah
eldivenleri ve iri inci kolyesi hala ama hala moda olan Audrey ile doğan bir
ikonik stildir. 19 yaşındaki Holly’i
canlandıran Audrey Hepburn filmde tam olarak 32 yaşındadır ve 3 ay önce doğum
yapmıştır! İnanabiliyor musunuz? Karakterle
oyuncu arasındaki bu yaş farkı da kesinle Audrey’nin muhteşem enerjisi
sayesinde göze batmaz. Audrey, Capote
başta Monroe’yu istedi diye özellikle gergindir ve stres yüzünden istediğinin
de dışında kilo verir çekimler sırasında.
Filmdeki parti sahnesi de oldukça uzun ve ilginçtir aslında. Yine Capote'nin çokça katıldığı partiler ile benzerlik gösteren bu sahne, senaryo dışında spontan fikirler ve yaşananlar ile şekillendirilmiştir.
Audrey ve George Peppard da sıkıntı yaşar çekimler
sırasında. George
Peppard bir metod oyuncusudur. Audrey ile oyunculuk anlayış ve teknikleri
farklıdır. Peppard, Lee Strasberg
metodunu kullanır. Bu metoda göre,
oyuncular karakterlerinin duygusal dünyasını daha derinden anlamaya ve bu
dünyayla daha derin bağlantılar kurmaya çalışır. Bu metodun kullanıcıları arasında Dustin
Hoffman, Al Pacino ve Paul Newman gibi usta oyuncular da vardır. Peppard bu sebeptendir ki, karakterini çok
içselleştirir ve senaryoya da karışmaya çalışır. Bu diğer oyuncular arasında da gerginlik
yaratır. Yine de Peppard ve Audrey
profesyonelliklerini elden bırakmaz iyi birer de arkadaş olmayı başarır.
Filmdeki ilginç
ayrıntılardan biri de filme oldukça renk katan Mr.Yunioshi karakteridir. Bir Japon olan Mr Yunioshi‘yi, köküne kadar
Amerikalı olan ünlü aktör Mickey Rooney başarıyla canlandırır.
Sally Tomato karakerini canlandıran kişi hakkında da ilginç bir
bilgi sizlereJ Kendisi “Taş Devri”
çizgi filminde “Fred Çakmaktaş” ı seslendiren ünlü aktör Alan Reed’dirJ Yaabbadaba duuuuuuuuuuuuuuuuu! :) Barney’i seslendiren Mel Blanc’in sesini de
duyarız filmin bir sahnesinde. Her ne
kadar kendisi bizzat görünmese de Holly’nin yangın merdiveninden Paul’un
dairesine kaçmasına sebep sarhoş aşığıdır kapılar arkasında bağıranJ
Filmin son sahnesi
yine film tarihine geçen dokunaklı sahnelerden biridir. Paul’un takside ilanı aşkı ile kendini yine
kafeste hisseden Holly, özgür olduğunu bağırır ve kedinin de ona ait olmadığını
anlatmak için taksiyi durdurur ve zavallı kediyi yağmurda bir başına
bırakır. Buna dayanamayan Paul, taksiden
iner ve kediyi aramaya başlar. Paul’e
kayıtsız kalamayan Holly de taksiden iner ve Paul’ün peşinden gider. Yağmur altında ikisi de birbirlerine bir şey söylemez. Holly gözyaşları içinde kedisini arar ve
bulur. Üçü artık bir ailedirJ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder