5 Ocak 2018 Cuma

ÇILGINLAR KRALİÇESİ



Orijinal film adı: Breakfast at Tiffany’s

IMDB: 7,7 / 10

Tür: Komedi, Müzik, Romantik

Süre: 1 sa. 55 dk.

Renk: Siyah, Beyaz

Yapım yılı: 1961

Ülke: ABD

Yönetmen: Blake Edwards
Oyuncular: Audrey Hepburn, George Peppard, Patricia Neal, Mickey Rooney


Favori diyalog (Quote of the film):



Selamlar!

Görselliği ile içinizi açan ama derin konusuyla aslında köküne kadar dram olan bir başyapıtı size tanıtmaktan mutluluk duyacağım.  Daha önce yayınladığım “Masumlar” filminin senaryo yazarı sevgili Truman Capote’nin en ünlü romanı “Tiffany’de Kahvaltı”dan uyarlanan bu film, “ölmeden önce izlemeniz gereken filmler” listesindedir evetJ  Konusu ile her ne kadar kitaba bağlı kalınsa da aslında film, karakterlerinin derinliğini yansıtmada kitap kadar başarılı olamamıştır. Truman Capote’yi gerçek anlamda şöhrete kavuşturan ve filmdeki Holly karakteri gibi sosyete yaşamına iyice iten de yine bu kitaptaki başarısıdır.  Kendisinden yine detaylıca bahsedeceğim. 
Truman Capote başkarakter Holly için Marilyn Monroe’yu istese de, Monroe’nun menajeri ilgili karakterin Monroe’nun imajına zarar vereceği düşüncesi ile teklifi reddeder.  Filmi izledikten sonra eminim ki siz de bu karakteri “Audrey Hepburn” dışında bir isimle özdeşleştiremeyeceksiniz.   Bu filmdeki jönümüz George Peppard için de geçerli.  Bu rol için o dönemin meşhur çapkınlarından Tony Curtis yönetmen arkadaşı Blake Edwards’a “Paul” rolü için kendisini değerlendirmesini ister.  Fakat Audrey’in o dönemki oyuncu eşi Mel Ferrer eşinin Tony ile aynı filmde rol almasını istemez. Ve rolü “A Takımı” dizisinden ekibin lideri John Hannibal Smith olarak tanıdığımız George Peppard alır.   İşin komik tarafı bu rolü Capote'nin kendisi de oynamak ister! Fakat kibarca bu önerisi reddedilir:)


Hollywood şimdilerde de oyuncu seçiminde hala oyuncu eşlerine bu derece duyarlı mı cidden merak etmekteyim.
1961 yapımı Blake Edwards imzalı film, sayısız yapımcı birliği ve film müziği ile müzik ödüllerine aday olmuş ve birçoğunu da kazanmıştır.  Edwards tarafından ilk olarak siyah-beyaz olarak çekilen film, daha sonra özel olarak renklendirilmiştir. 
  Filmin unutulmaz soundtrack’i “Moonriver” ise Oscar ödülü ile taçlandırılmıştır.  İlginçtir ki Paramount Pictures, Audrey’nin pencere kenarında Moonriver şarkısını söylediği bölümü filmden çıkarmak ister.  Fakat Audrey “cesedimi çiğnersiniz” diyerek buna engel olur.  İyi ki de olmuştur.  Film ile bu sahne sayesinde iyice özdeşleşen soundtrack, filme sadece bu dalda Oscar’ı da getirecektir.  Bestenin sahibi Henry Mancini ise bu şarkıyı Audrey Hepburn’dan ilham alarak ve sadece onu düşünerek bestelediğini söylemiştir.  Şarkı, daha önce şarkıcılık tecrübesi olmayan Audrey için söyleme kolaylığı olan hafif tondadır.  Şarkının zamanla birçok versiyonu yaratılmasına ve birçok şarkıcı tarafından seslendirilmesine rağmen, Mancini’ye göre kimse Audrey kadar derin ve iyi seslendirememiştir. 

Filme;  Audrey’e; Truman Capote’ye; ve filmin uyarlandığı kitaba dair paylaşacak o kadar ilginç bilgilerim var ki;
Ama önce konu:
Konu:
1960’larda Manhattan’da bir apartman dairesinde tek başına yaşayan Holly Golightly, New York sosyetesinin tanınmış simalarındandır.  Yaşantısı oldukça ilginçtir aslında.  Taşradan gelen 19 yaşındaki Holly, 14 yaşında evlilik yapmış, savaşı ve açlığı yaşayarak birçok zorlukla mücadele etmiştir.  Aktrist olmak için Hollywood’a kaçmış, sonra da New York’a gelmiştir.  Ona statü kazanmasında destek olan eski bir menajeri de vardır.  Lüks yaşantısı olan bir sosyete kızı olarak görünse de Holly, aslında boş dairesinde kırık dökük eşyası ile yaşayan ve geçimini, zengin erkeklere sabahlara kadar süren partilerde eskortluk yaparak kazanmaktadır.  Holly, her sabah günün ilk ışığında kahvaltısını çörek ve kahve eşliğinde New York 5.caddedeki ünlü Tiffany’s mücevher dükkânının vitrinini huzurla seyrederek yapar.  Holly’e göre burası kötülüklerin barınamadığı en güzel ve özel yerlerden biridir.
 

Holly’nin haftada bir de hapishanede ücret karşılığında ziyaret ettiği Sally Tomato adında eski bir gangster de vardır.  Sally’nin kendisine verdiği “haftalık hava raporunu”, avukatına iletmekle yükümlüdür.  Holly’nin “kedi” diye çağırdığı bir kedisi de vardırJ
  Bir gün amatör bir yazar olan Paul Varjak, Holly’e komşu olarak apartmana taşınır.  Paul, Holly’e uzun zamandır görmediği erkek kardeşi Fred’i anımsatır ve film boyunca Paul’e Fred diye seslenir.  Aslında benzerlikleri de vardır.  Paul de geçimini evli bir kadın olan Emily Eustace Failenson’a para karşılığında arkadaşlık ederek kazanmaktadır.  Holly ve Paul başından beri birbirlerine dürüst olur ve kısa zamanda iyi birer arkadaş olurlar.

Dairesinde sürekli kokteyl partileri veren seksi ve dışadönük Holly’nin hareketli ve şaşalı yaşam tarzı Paul’un kafasını karıştırsa da, zamanla kadındaki tatlı, çocuksu ve kırılgan tarafı fark eder ve ona hayran olur.  Holly’e âşık olmaktan ve onu koruma güdüsünden kendini alamaz.  Birçok zorluklarla başa çıkmış Holly ise sadece paranın gücüne inanmakta ve sadece onun peşindedir.   Peki, Holly gerçekten de göründüğü gibi sadece paraya inanan Manhattan’lı bir parti kızı mıdır? Yoksa derinliklerinde hala aşka yer var mıdır?

Bilgi ve yorumlar (SPOILER ALERT – Filmi izledikten sonra okumanızı öneririm!)

Ah Truman Capote.  Çok derin bir yazardır kendisi.  Çoğunuzun bildiği üzere Capote gaydir.  Birçok romanında da Tiffany’de Kahvaltı’da olduğu gibi hayatına dair izler bulmak mümkündür. O zaman Capote’yi yakından tanıma zamanıdırJ 
Capote sorunlu bir çocukluk geçirmiştir.  Hiçbir zaman ilgi görmediği anne ve babası, Capote küçük yaştayken boşanır.
Annesi “Lillie Mae” (filmde Holly’nin gerçek adı) yeniden evlenir ve New York’a taşınırlar.  Dengesiz bir karakteri olan annesi, Capote’nin gay olduğunu anlar ama sert bir çocuk olmasını ister ve onu askeri okula gönderir.  Capote ise oldukça hassas ve kırılgandır. Zor geçen çocukluğunun ardından 17 yaşında New York’a dönerek hem okumaya devam eder hem de bir dergide çalışmaya başlar.  Bu dönem kısa hikâyeler yazmaya başlayan Capote, bir kısmını yayınlatmayı başarır ama ilgi göremez.  Alkolü, erkekleri, eğlenmeyi ve partileri oldukça seven yazar ilk kitabını 24 yaşında yayınlatır: “Başka Sesler Başka Odalar”  Capote gay olduğunu asla saklamaz.  Zaman zaman bu sebepten dolayı toplumda ufak skandallara sebep olsa da, renkli ve eğlenceli kişiliğinden dolayı Amerikan sosyetesi ondan asla vazgeçemez.  Bir kurgu romanı yazarı olan Copete’nin 20’den fazla eseri, film; dizi ve tiyatro oyununa uyarlanmıştır. 

Birçok farklı kaynaktan bu kitabın orijinal diyaloglarını ve bazı sahnelerin betimlemesini okuma şansım oldu.  Şunu paylaşabilirim ki, Capote’nin karakterleri aslında filmde gözlemlediğinizden fazlasıyla derin ve acıklı.  Holly gerçek adıyla Lula Mae (Capote’nin de annesinin gerçek adı), Capote’nin annesine de fazlasıyla benzer.  Özgürlüğe âşık olan Holly, sadece paranın ona özgürlüğünün kapısını açacağına inanmaktadır.  Bu uğurda değer yargılarını da aslında ikinci plana atmıştır.  Seks onun için bir araçtır, erkekler de öyle.  Kendinin çok bilincindedir aslında, inandıkları da vardır.  Fakat geçimi uğruna kendine yarattığı sahte bir dünya da vardır ve onun dışına çıkmaz istemez.

“Bir sinema yıldızı olmak, aynı zamanda kocaman ve şişman bir benliğe sahip olmak demektir derler. Gerçekte ise hiçbir benliğe sahip olmamak gerekir. Zengin ve ünlü bir kişi olmak istemem demek istemiyorum. Bu benim planlarımda var ve günün birinde buna erişeceğimi umuyorum. Fakat, böyle olsa bile, benliğimin peşim sıra gelmesini isterdim. Güzel bir sabah uyanıp da Tiffany’de kahvaltı ettiğim zaman bile yine kendim olmak isterim.” (Holly, Tiffany’de Kahvaltı-Sel Yayıncılık) 
Film o dönem, cinsel içerikli ve cüretkâr olmasından dolayı tam olarak kitabının aslı olarak uyarlanamamıştır. Fakat yine de büyük oranda romana sadıktır.  Filmin finali de klasik bir Hollywood hareketi olarak izleyicinin genel beklentisine uygun olarak romantik bir biçimde değiştirilmiştir.  Hangi konular neden değiştirildi derseniz; şöyle sıralayabilirim: Film boyunca aşırı talep olunca erkeklerden kaçan sevimli Holly karakteri aslında cinsel açıdan özgür bir profil çizer.  Bir nevi hayat kadını gibidir aslında.  Marilyn Monroe’nun da rolü geri çevirmesi aslında bu nedenledir.  Audrey, cüretkâr kıyafetler içinde de olsa (sadece gömlek giyinmesi gibi) Holly karakterini bize oldukça çocuksu ve sevimli yansıtır.  Kitabın esas anlatıcısı olan Paul, kitaptaki ipuçlarında da anlaşılacağı üzere aslında bir biseksüeldir! (Capote'nin yaşamından aktardığı gerçek bir kesit daha)  Peki nasıl olur da Holly’e aşık olur?  Aşkın sebebi Holly’nin güzelliği ya da cazibesi değil; kadının özgürlüğe ve bağımsızlığa olan sonsuz aşkıdır.  Holly’nin dairesi aslında yaşam felsefesine dair izler taşır.  Hatta çok ilginçtir ki yarısı kırık bir banyo küvetini koltuk olarak kullanırJ Eşyası yok denecek kadar azdır ve her şey kutularda gibi görünmektedir.  Kitabında dairesinin kapı zilinde “seyahat ediyor” yazdığını yazar.  Bu da Holly’nin evi aslında bir kafes olarak gördüğünü ve istediği zaman terk edebileceği bir mekân olarak hissettiğini gösteriyor.

Evde beslediği kedisine bile bir isim koymaz Holly.  Ona göre kediye isim koymaya hakkı yoktur.  Çünkü kedi de ona ait değildir.  Bu kediye ait de ilginç bir bilgi paylaşmak isterim.  Filmde “kedi” karakterini oynayan toplam 9 kedi kullanılırJ Audrey’nin kardeşi Fred’in öldüğü haberini aldığında geçirdiği sinir krizi sırasında kediyi fırlattığı sahnede performans sergileyen kedimizin adı “Orangey”dir.  Orangey bu performansı ile Oscar ödüllerinin hayvanlar kategorisindeki benzeri olan “Patsy” ödülünün sahibi olurJ  Çekim gereği de olsa Audrey Hepburn bir röportajında bir kediye o şekilde davrandığı için kendini çok kötü hissettiğini belirtmiştir.


Çocuk yaşta yaptığı evlilikten hayalleri uğruna büyük şehre kaçan Holly’nin aslında önünde parayı eskortluk karşılığında kazanmasının dışında pek de bir şansı yoktur.  Çünkü o dönem çalışabileceği iş kolları da yok denecek kadar azdır ve Holly günü kurtarmak zorundadır.  Bunun için de erkekleri güzelliği, cazibesi ve görünümü ile etkilemek zorundadır.  Bu sebeptendir ki Holly aksesuarlara özellikle şapka ve güneş gözlüklerine önem verir.  Aslında bu da Holly’i canlandıran Audrey için bir avantaj olmuştur.  O dönem zaten tüm filmlerinde ünlü modacı Givency ile çalışarak bir moda ikonu olan Audrey Hepburn, bu filmdeki kendine özgü ve gerçekten farklı stili ile beraber tarihe geçmiştir. Filmde 4 farklı karede farklı aksesuarlarla giydiği “aynı” siyah elbise ölümsüz olmuştur.  Aksesuarın bir elbiseyi nasıl değiştirdiğini o dönemin kadınlarına anlatmıştır. 


Filmdeki uzun sigaralığı, saç topuzu, uzun siyah eldivenleri ve iri inci kolyesi hala ama hala moda olan Audrey ile doğan bir ikonik stildir.  19 yaşındaki Holly’i canlandıran Audrey Hepburn filmde tam olarak 32 yaşındadır ve 3 ay önce doğum yapmıştır! İnanabiliyor musunuz?  Karakterle oyuncu arasındaki bu yaş farkı da kesinle Audrey’nin muhteşem enerjisi sayesinde göze batmaz.  Audrey, Capote başta Monroe’yu istedi diye özellikle gergindir ve stres yüzünden istediğinin de dışında kilo verir çekimler sırasında.  
Filmdeki parti sahnesi de oldukça uzun ve ilginçtir aslında.  Yine Capote'nin çokça katıldığı partiler ile benzerlik gösteren bu sahne, senaryo dışında spontan fikirler ve yaşananlar ile şekillendirilmiştir. 
Audrey ve George Peppard da sıkıntı yaşar çekimler sırasında.  George Peppard bir metod oyuncusudur. Audrey ile oyunculuk anlayış ve teknikleri farklıdır.  Peppard, Lee Strasberg metodunu kullanır.  Bu metoda göre, oyuncular karakterlerinin duygusal dünyasını daha derinden anlamaya ve bu dünyayla daha derin bağlantılar kurmaya çalışır.  Bu metodun kullanıcıları arasında Dustin Hoffman, Al Pacino ve Paul Newman gibi usta oyuncular da vardır.  Peppard bu sebeptendir ki, karakterini çok içselleştirir ve senaryoya da karışmaya çalışır.  Bu diğer oyuncular arasında da gerginlik yaratır.  Yine de Peppard ve Audrey profesyonelliklerini elden bırakmaz iyi birer de arkadaş olmayı başarır.
Filmdeki ilginç ayrıntılardan biri de filme oldukça renk katan Mr.Yunioshi karakteridir.  Bir Japon olan Mr Yunioshi‘yi, köküne kadar Amerikalı olan ünlü aktör Mickey Rooney başarıyla canlandırır.


Sally Tomato karakerini canlandıran kişi hakkında da ilginç bir bilgi sizlereJ  Kendisi “Taş Devri” çizgi filminde “Fred Çakmaktaş” ı seslendiren ünlü aktör Alan Reed’dirJ  Yaabbadaba duuuuuuuuuuuuuuuuu! :) Barney’i seslendiren Mel Blanc’in sesini de duyarız filmin bir sahnesinde.  Her ne kadar kendisi bizzat görünmese de Holly’nin yangın merdiveninden Paul’un dairesine kaçmasına sebep sarhoş aşığıdır kapılar arkasında bağıranJ
 
Filmin son sahnesi yine film tarihine geçen dokunaklı sahnelerden biridir.  Paul’un takside ilanı aşkı ile kendini yine kafeste hisseden Holly, özgür olduğunu bağırır ve kedinin de ona ait olmadığını anlatmak için taksiyi durdurur ve zavallı kediyi yağmurda bir başına bırakır.  Buna dayanamayan Paul, taksiden iner ve kediyi aramaya başlar.  Paul’e kayıtsız kalamayan Holly de taksiden iner ve Paul’ün peşinden gider.  Yağmur altında ikisi de birbirlerine bir şey söylemez.  Holly gözyaşları içinde kedisini arar ve bulur.  Üçü artık bir ailedirJ



Hadi bakalım bu güzel filmle biraz renklenelim!










































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder