27 Nisan 2018 Cuma

AH GÜZEL İSTANBUL


IMDB: 8,2 / 10

Tür: Komedi, Dram

Süre: 1 sa. 37 dk.

Renk: Siyah, Beyaz

Yapım yılı: 1966

Ülke: TR

Yönetmen: Atıf Yılmaz

Oyuncular: Sadri Alışık, Ayla Algan, Handan Adalı




Favori diyalog (Quote of the film):

Bu hafta favori diyalog kısmını şöyle özetleyeceğim size: Filmdeki tüm Haşmet Bey diyalogları!
İnanın öyle:) İzleyince bana hak vereceksiniz. Yine de sevgili Haşmet Bey'in söylemlerinden bir kaç örnek vermek isterim:

"Bizim memlekette şaşkınlık yakışır adam olana"
"Herkes kolay şöhretin, kolay paranın yoluna bakıyor"
"Senin dediğin milli hastalığımız: herşeyin kolayına kaçmak"
"Her şey biz hiç gayret etmeden yolunda gitse..."
"Bu akşam hiçbiriniz hicazdan gelmiyorsunuz"
"Bekarlıkta zararım kendime ama evlilikte öyle mi ya" 
"Korkma! Dünyada her zaman inanılacak sağlam şeyler bulunur" 

Selamlar!


Bu hafta, renksiz olmasına rağmen belki de sinema tarihimizin en renkli ve en samimi filmlerinden biri ile karşınızdayım. 

"Ah Güzel İstanbul" 60'lı yıllarda geçen, tam da 1961 Anayasasından sonra özgürlük inancına sıkı sıkıya bağlı olan umut dolu bir toplumun yansımalarını bize anlatır. Maalesef 50'li yılların sıcak mahalle ortamı ve samimi insanları yavaş yavaş kaybolmaya; "modernleşme" adı altında "Batı'dan" edinilmeye çalışılan zorlama uygarlık unsurlarıyla kültürümüzün yavaş yavaş değişim göstermeye başlamıştır. Bu etkileşimden o dönem en çok da bağrımıza bastığımız Türk sanat müzikisi de etkilenmektedir. 

1960'lı yılların filmlerine bakıldığında aslında hep bu modernleşme ve toplum değişimine yönelik eleştirilerin ve gerçeklerin yansıtılmaya çalışıldığını görürürüz. Yine de özgürlüğe olan inanç ve geleceğe olan umut hep güzel sonlarla gözlerimiz önüne serilir. Dolayısıyla her filme olduğu gibi bu filmimizi de içinde yaşadığı döneme göre değerlendirmek en doğrusu olacaktır. Fakat herşeye rağmen bu film öyle bir filmdir ki, yozlaşmaya ve toplumsal değişime yapılan yorumlar ve ince göndermeler inanın hala geçerliliğini korumakta. Kısaca eskimemiş ve asla eskimeyecek bir filmdir Ah Güzel İstanbul. Keşke aynı şeyi İstanbul şehri için de söyleyebilseydim...
Atıf Yılmaz'ın en içten, en samimi ve en özgün filmlerinden biri olan "Ah Güzel İstanbul", adı gibi bir zamanlar daha da güzel olan İstanbul'dan bolca manzaralarla içimizi ısıtıyor adeta. O yıllarda köyden şehre göç artmış, beraberinde gecekondulaşmayı da arttırmıştır. Ekonomik değişimlere ayak uyduramayan çoğu kalbur üstü tabakadan aile yavaş yavaş yalılarını elden çıkarmakta, hatta apartmanlar da kent kültüründe yerini almaya başlamaktadır ne yazık ki. Film, İstanbul'un tarihi dokusunu çokça gözlerimiz önüne sererken, yine de sevgili Haşmet Bey'in geçtiği yolların güzelliğinin bile bugün maalesef kalmadığını söylemek çok üzücü...Kahramanımız Haşmet Bey, memleketine aşık gerçek bir İstanbul beyefendisi de olunca ayrı bir keyif katacaktır size film. Film aynı zamanda İtalya'da düzenlenen "Uluslararası Mizah Şenliği" kapsamında "Komik ve Mizahi Filmler" kategorisinde jüri özel "Gümüş Ağaç Ödülü"nü kazanmıştır.
Atıf Yılmaz
Yenilikçi bakış açısı, akıcı ve net anlatımı ve farklı tarzıyla Türk sinemamızın en üretken yönetmenlerinden biri olan Atıf Yılmaz, 55 yıllık sanat hayatı boyunca sadece yönetmenlik değil, aynı zamanda senaristlik ve yapımcılık da yapmıştır. Sinema dünyasındaki gelişmeleri her zaman yakından takip edip, çok okuyan, araştıran, yenilikleri uygulamaya özen gösteren usta yönetmen, her çeşit film denese de (güldürü, melodram, romantik, destansı vb.), ağırlıklı olarak toplumsal sorunlara güzel dokunuşlar yaparak izleyiciyi bunaltmadan ama mesaj iletmekten de çekinmeden "içi dolu" filmlere imza atar. Değerli yönetmen sanat hayatına 114 film, 37 senaryo, 12 yapım ve 20 ödül sığdırır. Yılmaz'ın filmleri içerisinde toplumsal değişimlere (yozlaşmalara) en net gönderme ve eleştiri yaptığı film de bence bu filmimizdir. Filmlerinden bazılarını hatırlayarak bu değerli yönetmenimizi analım:
Köroğlu (1968)

Kara Gözlüm (1970)

Selvi Boylum Al Yazmalım (1977)

İbo ile Güllüşah (1977)

Kibar Feyzo (1978)

Ne Olacak Şimdi (1979)
Şekerpare (1983)

Aaahh Belinda (1986)

Eylül Fırtınası (1999)
"Ah Güzel İstanbul" filmi aslında memleket hikayemizdir.  Filminin senaryosunu iki usta yazar paylaşır: Ayşe Şasa ve Safa Önal. 

Safa Önal, söz yazarı ve unutulmaz "Müzik Yelpazesi" programının sunucusu Sezen Cumhur Önal'ın da ağabeyidir:) Aynı zamanda yönetmenlik tecrübesi de olan ünlü senaristimiz bugün hala dizilere senaryo yazan sinema tarihimizin en üretken sanatçılarından biridir. Kendisi bu alanda Guinness Rekorlar kitabına da girmiştir. 

Safa Önal

Sezen Cumhur Önal
Bir diğer senaristimiz Ayşe Şasa ise o dönem yönetmen Atıf Yılmaz ile evlidir. Şasa'nın ilk film senaryosu Çapkın Kız (1963) olur. Toprağın Kanı (1966), İlk ve Son (1968), Cemile (1968), Cemo (1972), Gramafon Avrat (1987), Hiçbir Gece (1989) filmleri de Şasa'nın senaristliğini üstlendiği diğer önemli filmler olmuştur.
Ayşe Şasa & Atıf Yılmaz
İleri görüşlü yönetmen Atıf Yılmaz bu samimi filminde o dönem ününe ün katmış meşhur Sadri Alışık'ın yanına tutar sinema tecrübesi hiç olmayan Ayla Algan'ı koyuverir. Ve iyi ki de bizimle Ayla Algan'ı tanıştırır:)

Ayla Algan
Dünyalar tatlısı Ayla Algan, Fransa'da lise eğitime devam ederken tanıştığı Beklan Algan ile evlenerek 1933 yılında Amerika'ya yerleşir. Çocukluğundan beri müziğe, dansa ve özellikle tiyatroya ilgisi olan bu gencecik ve güzel kadın, o dönem oyuncu adaylarının girebilmek için taklalar attığı meşhur "Actors Studio" zorlu giriş mülakatını geçer ve okuldan okumaya hak kazanır! Algan'ın o dönem hocaları arasında dünyaca ünlü usta yönetmenler Elia Kazan, Joshua Logan ve Lee Strasberg vardır. Elia Kazan ve Cherly Crawford tarafından kurulan ve "metot oyunculuğunu" baz alan ve geliştiren Actors Studio, bugün Hollywood oyuncularının okulu olarak bilinir.

Elia Kazan, Tenneesse Williams & Cheryl Crawford

Kazan, Marlon Brando, Julie Harris, James Dean
Yönetmen Elia Kazan'ın ilk öğrencisi Marlon Brando olur ve onu sinemaya kazandırır. Okulda en etkin hocalardan biri olan Lee Strasberg'in öğrencileri arasında ise Al Pacino, Marilyn Monroe, Paul Newman, Dustin Hoffman, James Dean, Robert De Niro, Jack Nicholson ve Jane Fonda bize göz kırpar;)


Lee Strasberg ve Al Pacino
Evet böyle bir ortamda eğitim almaktadır Ayla Algan. Bugün hala anlamasam da neden ülkemize geri dönüş yaptığını 😉, Algan'ın bir dönem Marlon Brando da sınıf arkadaşı olur! Brando zaman zaman filmdeki rollerinden çıkıp, Algan'ın tabiriyle "altbenlerini" temizlemek için okula sıkça uğrar. Bunu Marilyn Monroe da sıkça yapar. Algan buradan mezun olduktan sonra inanılmaz bir teklif alır. Dev yönetmen William Wyler'ın yöneteceği Barbra Streisand'ın bu filmle sinemaya giriş yapıp meşhur olduğu hatta bu filmle Oscar ödülü aldığı müzikal komedi "Funny Girl (Komik Kız)" filminde başrol!!!! Üstelik Ömer Şerif ile birlikte!! Offf inanılmaz değil mi ya??? 

Colombia Pictures, o dönem sanatçılarıyla uzun dönem kontratlar imzalar. Bu film için de 8 senelik kontrat imzalatmak ister Algan'a. Fakat Algan çekimser yaklaşır çünkü bir gün Marlon Brando kendisine: “Colombia Pictures’dan hala kendimi satın alamadım” demiştir. Önünü görememekten ve en çok da ne tür filmlerde rol alacağını bilememenin verdiği endişeden dolayı Algan bu muhteşem teklifi reddeder...Rol, Algan'ın yerine Streisand'a teklif edilir. Ve o da tereddütsüz kabul eder:)))
Barbra Streisand (Funny Girl, 1968)

Barbra Streisand  - Ayla Algan
Algan bir bomba teklifi daha reddedecektir. İtalyan asıllı Fransız aktör Jean Paul Belmondo ile başrollerini paylaşacağı bir film. Ama film, konusu itibariyle Türkiye'yi uyuşturucu merkezi gibi gösterdiğinden Ayla Algan bir kez ve son kez reddeder Hollywood'u. Zaten sonra da ülkemize geri döner. 
Jean Paul Belmondo
Bakmayın Algan'a şaşırmalarıma, iyi ki geri dönmüş kendisi de demeden edemeyeceğim. Ülkemize o dönem tiyatro turnesiyle Amerika'da bulunan Mıuhsin Ertuğrul'un daveti üzerine döner Algan. Zaten Amerika'ya da ısınamamıştır. Ülkemizde son sürat aşık olduğu tiyatro çalışmalarına başlar ve İstanbul Şehir Tiyatrosu oyuncusu olur. 1961'de Dünyada "Hamlet" ve "Ophelia"yı aynı anda oynayan az sayıda kadın oyuncudan biri olarak da tarihe geçer. Oyunlarını Paris ve Berlin'de de sergiledi. Algan 1964'te ilk sinema filmini eşiyle birlikte kendi çeker aslında. "Karanlıkta Uyananlar" adlı film, işçilerle işverenlerin mücadelesini konu alan Amerikan karşıtı filmiyle o dönem büyük tepki toplar ve sinemalarda gösterimi engellenir. 



Sendika haklarını sonuna kadar savunduğu tam da bu dönemde kafa yapısına çok uygun bulduğu Atıf Yılmaz ile tanışır. Ve bu güzel filmimiz için el sıkışırlar. Ayla Algan böylelikle ilk gösterime girecek sinema filmi deneyiminde usta oyuncu Sadri Alışık çalışmak gibi bir fırsatla karşılaşır. Bugün oyuncu eşi Beklan Algan ile birlikte açtığı tiyatro okulunda bir çok yeni nesil oyuncu yetiştirmiş ve yetiştirmekte olan Algan, tüm öğrendiklerini o dönem birlikte çalıştığı Sadri Alışık'tan öğrendiğini söyleyecektir yıllar sonra...





Bir taraftan müzik bir taraftan da tiyatro çalışmalarına devam eden Algan, tüm dünyaya Yunus Emre'nin felsefesini şiir ve müzikle tanıtmada ve sevdirmede öncü olan bir dünya sanatçısıdır ve bir memleket sevdalısıdır...
Evet yine sizleri bilgilere boğdum:) Hadi bakalım konumuza geçelim artık:
Konu:

Haşmet Bey, Osmanlı soyundan gelen iyi eğitim almış, görmüş geçirmiş fakat zamanla babasından başlayarak zevk yaşamının ağırlıklı basmasıyla iflas etmiş eski ve gerçek bir İstanbul beyefendisidir. Özgürlüğünü, memleketini ve manevi değerleri çok seven Haşmet bey, en çok da bunları kaybetmemek adına imkanı olabilecekken memur ya da başka bir iş yapmayı tercih etmez ve çok sevdiği memleketini içine çeke çeke yapacağı seyyar fotoğrafçılığı kendine uygun görür. Böylelikle memleket insanları ile de sohbet imkanı olur. Ailesinin namı ile mahallesinde hala saygı ve sevgi duyulan Haşmet'in bu insanlarla kurduğu rutin bir dünyası da vardır. Her gece mahalle esnafı ile bir araya gelir ve kafayı çeker Haşmet bey...
Bir gün Ayşe adında İstanbul'a İzmir'den tek başına "artist" olmak için geldiğini öğrendiği tertemiz ama heyecanlı bir kız, "artistik" fotoğraf çekmek için Haşmet Bey'e yanaşır. Görmüş geçirmiş Haşmet Bey, kızın başına gelecekleri öngörür öngörmesine de, bu kızı koruyabilecek midir? Ayşe'yi korumak için her yolu denemeye başlayan Haşmet Bey, bu cahil ama saf, temiz kıza aşık olduğunu da anlar. Üstelik kız da ona ilgi duyuyor gibidir. Peki Ayşe'nin Haşmet Bey'e olan sevdası, ünlü olma sevdasının üstüne çıkabilecek midir?



Keyifli seyirler dilerim!


Bilgi ve yorumlar (SPOILER ALERT – Filmi izledikten sonra okumanızı öneririm!)


Film, Haşmet Bey'in kendisini gündüz çorbacı gece meyhaneci olan Rıfkı'nın yerinde ayılma çorbasını içerken tanıtmasıyla başlar. Arkadan vapur ve mis gibi kuş sesleri duyulur. Taptaze bir İstanbul sabahının kokusu neredeyse burnunuza kadar gelir..Sigarasını ağzından hiç düşürmeyen Haşmet Bey'in geceden kalma olduğu ve önündeki çorba ile açılmaya çalışması aşikardır ama onun ağzından hikayesini dinlemek de ayrı bir keyif verir:) Yönetmen Yılmaz, burada Haşmet Bey'in monologlarıyla bize kendisini tanıtırken, gerçekten de çok samimi ve gerçekçi bir ton yakalamıştır. Haşmet Bey'i kendinden dinlerken, kendinizden biri gibi hisseder, elinizde olmadan bu tatlı beyefendiye gülümsersiniz. Tabi bu beyefendiye hayat verenin Sadri Alışık olmasının etkisi de büyük. Yılmaz, Sadri Alışık'ın yüz ifadesi ve eşsiz sesine o kadar güvenir ki, çoğu zaman odaklı bir şekilde Alışık'ın yüzünü izleriz ekranda. Benzersiz sesinden kendi öyküsünü dinlemek de çok ayrı bir keyiftir.



Atıf Yılmaz'ın Sadri Alışık'la ilk çalışmasıdır bu film. Bundan sonra 3 komedi, 1 melodram temalı 4 filmleri daha olacaktır. (Özellikle "Gelinlik Kızlar" filmini çok severim;)) Sadri Alışık, Atıf Yılmaz ile çalışmaya başladığı yıllarda Türk halkı onu "Turist Ömer" karakteri ile iyice bağrına basmıştır aslında. Onu üzgün ve dingin Haşmet Bey canlandırmasıyla görmek adeta bir ters köşedir Alışık'ın hayranlarına...


Turist Ömer (1964-1973)
1925'te İstanbul'da dünyaya gelen Mehmet Sadrettin Alışık (biz onu Sadri Alışık diye tanıyoruz:)) aslında çocukluğundan itibaren kendini bildi bileli tiyatroya ilgi duyar. Okul piyeslerinde başlayan deneyimi, Cağaloğlu Halk Evi'ne, Küçük Sahneye oradan da ummadığı bir anda Yeşilçam'a girişiyle devam eder. İlk filmi "Günahsızlar (1946)" ın ardından birbiri ardına filmlerde rol almaya başlar. 1959'da "Yalnızlar Rıhtımı" filminde rol arkadaşı Çolpan İlhan'a deliler gibi aşık olur ve evlenirler. 


Sadri Alışık & Çolpan İlhan (1954)
Bir çok filminde eşiyle birlikte rol alır. Seyircisinin en çok sevdiği ve kendi ile özdeşleşen karakterden biri de "Ofsayt Osman" olur. 


Ofsayt Osman karakteri (Şaka ile Karışık filminden, 1965)
Filmimize dönersek; Haşmet Bey ailesinin namının hala sürdüğü mahallesindeki insanları yürürken tek tek anlatmaya başlar. Balıkçı İbrahim (İhsan Yüce), eski aktör Şefik (Feridun Çölgeçen), mahalle bakkalı Halil (Danyal Topatan) dert ortakları ve içki masasının değişmez dostlarıdır Haşmet Bey için. 



Ve güzel bir türküyle filmimiz vapur ve boğaz manzarasıyla başlar. Tüylerinizin diken diken olacağına eminim görüntüleri takip ederken. Ben bile sesli bağırdım bu esnada "Eyyyyy gidi İstanbul" diye...Eski İstanbulu ve eski insanları Türk müziğimiz eşliğinde görmek gerçekten de çok hüzün verici...Bu denli bir giriş anlatımı sinemamızın ilklerindendir. Bu net akış ve akıcılık film boyunca da devam eder.
Haşmet Bey, maalesef çokça rastladığımız zamanında iyi bir aileden gelen hatta Yalı'da büyüyen ama sonradan parasını çarçur edip eski varlık içinde yaşamı sadece hayal olan dürüst ama tembel eski bir İstanbul beyefendisidir.
Haşmet Bey boğaza şöyle bir bakar ve "Ahhhhhh güzel İstanbul" der. "Nasıl da bozulmamış o bin yıllık güzelliğin" der. Aslında burada Haşmet Bey, tarihi binalar, yayılar, kayıklar hala orijinalliğini korusa da, bu korunmuşluk ardında bozulan, değişen başka şeylerin farkındadır ve ona yanmaktadır için için..."Gerçekte kaldı mı bilmem ama benim gönlümde hala güzel bir İstanbul yaşar" der hatta.


Haşmet Bey, yıllar sonra yalısının bodrumunda amcasına ait Fransa'dan aldığı fotoğraf makinesini bulduğunu ve bu makineyle fotoğrafçılık yapabileceğini düşündüğünü anlatır bize. Çok eskilerde İstanbul sokaklarda çokça rastlanan "Bir İstanbul Hatırası" fonlu fotoğraf çeken bir sokak fotoğrafçısı olmakta bulmuştur çareyi.



Haşmet bey bir gün sahil kenarında asker müşterilerinin fotoğrafını çekerken, genç bir kız yaklaşır ve fotoğraf çektirmek istediğini söyler. Genç kız iş için ilk defa İstanbul'a geldiğini ve film yıldızı olmak istediğini söyler. Bir mecmuanın fotoğraf yarışmasına katılacağına, ve figüran bürosu sahibi aynı zamanda kaldığı pansiyonun da sahibi Oğuz Beyin kendisine destek olduğunu anlatır. Ayşe acemice poz verir ve Haşmet bey kızın artistlik pozlarına sessizce güler. 



Haşmet Bey, İstanbul'da bir başına ailesinin haberi olmadan mücade eden kıza acır da. O dönem mecmua bahanesiyle, şehre göç eden birçok temiz kızın ünlü olmak için kandırıldığını ve kullanıldığını bilir. Bahsettiği pansiyoncunun da kızı kullanacağının farkındadır. Fakat Ayşe tertemiz duygularıyla hiç birşeyin farkında değil gibidir.
Haşmet Bey o gece rutinini bozmaz ve mahalle esnafıyla gece içmeye gider. Ayşe'den masa arkadaşlarına da bahseder. Aktör arkadaşına kızın bahsettiği figüran şirket sahibini sorar ve adamın bunu paravan olarak kullanıp kadın ticareti yaptığını öğrenir. Haşmet bey buna çok üzülür ve "Bizim gücümüz Ayşeleri kurtarmaya yetmez ki zaten" dese de ilgili pansiyonun önünde bulur kendisini.

Pansiyonun adının burada "Medeniyet" olması da büyük ironidir aslında. Burada medeniyet Batı'nın süslü yalanlarıyla içi boşaltılmış uygarlığı temsil eden medeniyet. Ve çatısı altında kandırılmayı ve kirletilmeyi bekleyen tertemiz kızları...Haşmet Bey de ismi görünce "E bu da bir medeniyet" der kendi kendine:)
Medeniyet kelimesi sıkça da kullanılır film boyunca. 



Pansiyon sahibi Haşmet Bey'i içeri almayınca, tesadüf pansiyonda çalışan Düreyi kapıda onu eskilerden tanır ve içeri sokar. Düriye Haşmet'e o kıza tutkunsun dese de Haşmet Bey inkar eder ve kızı odasında beklemeye başlar.

Fakat o da ne! O da kim? Erdal Özyağcılar kötü fotoromancı rolünde:)))) O kadar genç ki (18 yaşında) tanımakta zorluk çekeceğinize eminim:) 


Erdal Özyağcılar
Odada saklanıp gizlice pansiyoncu ve fotoğrafçıyı dinleyen Haşmet bey, adamın kötü niyetini duyar. Kız bu duruma tamam der diye ikilimde kalan Haşmet Bey saklandığı yerden hemen çıkamaz. Daha sonra kızın saflığına iyice inanan Haşmet Bey, fotoğrafçı kıza musallat olmaya başlayınca daha fazla dayanamaz ve olaya müdahele eder. Fakat kız, Haşmet beyin de kötü niyetli olduğunu düşünür. O sırada pansiyonu polisler basar. Polis karakolunda Ayşe ağlayarak Haşmet Beyden yardım dilenir. Ve Haşmet kızı bırakmaz. Muayene olduğu hastanenin önünde onu bekler. İlk Düriye çıkar hastaneden.
Ekranın donup Haşmet Beyin olayı anlattığı kareler gerçekten Türk sinemamıza renk katan fikirlerden biridir. Özellikle Haşmet'in Düriye ile karşılıklı diyaloglarında, Düriye'nin anlattıklarına Haşmet'in iç sesiyle cevap vermesi de yine çok farklıdır. Haşmet Bey, geçmişinden tanıdığı bu parlak kadının bu hallere düşmesine için için yanar ve sürekli içinden "Zavallı Düriye" der durur...Bu tekniği yönetmen Yılmaz, "Selvi Boylum Al Yazmalım" filminde de kullanacaktır. 



Ayşe çıkınca Haşmet Bey, ona mühim olanın ders alıp bir daha aynı çukura düşmemek olduğunu söyler. Ayşe çok mahçup ve yılgındır. Haşmet'e veda edip oradan hızlıca ayrılır. Haşmet kendini eleştirmeye ve hoşlandığı bu kızdan kopmaması gerektiğini anlamaya başlar. Koşarak Ayşe'nin peşinden gider. Haşmet kız ile sohbetinden kızın ne parası ne de kalacak yeri olduğunu öğrenir. Bunun üzerine kıza kendi evinde kalması için davet eder. Ve kız kabul eder. 



Haşmet dedesinden kalma yalının kenarındaki kulübede (gecekonduda) kalmaktadır kaderin bir çilvesi olarak....Çocukluğunu geçirdiği yalı hep arkasında ona geçmişini daima hatırlatır. Ayşe bir yalı beklerken karşısında gecekondu görünce çok bozulur. İçi dışı bir olan kız, zaten bir gecekondudan kaçtığını şimdi ise koskoca İstanbul'da yine bir gecekonduya düştüğünü söyleyince de Haşmet Bey onu düzeltir: "Bu gecekondu değil, Kulübeyi Ahzan" der. Kız o da ne diye sorunca "Hüzünler Kulübesi" der. Kulübeyi Ahzan, Hz.Yusuf'un oğlu için insanlardan uzak için için ağladığı kulübenin adıdır. Haşmet bey de arkasında yalısı olmasına rağmen, herkesten uzakta için için ağlamaktadır geçmişine ve geleceğe...




Dışardan gecekondu ama içerden saray olan kulübeye girince Ayşe çok şaşırır. Kulübede sandıklar dolusu yalıdan kalma değerli eşyalar ve kocaman bir yatak vardır. Ama en acı verici olanı da Haşmet'in görkemli bir pianosu, aile tabloları ve bir kütüphanesi vardır...Haşmet bey aydın da bir insandır. Kız buna şahit olunca oldukça şaşırır ve tertemiz beyefendi adama iyice saygı duyar.




Haşmet evinde kıza neden ille artist olmak istediğini, bunun için kabiliyet, çalışmak, kültür ve disiplin olması gerektiğini söyler. Günümüz oyuncularına bakınca burada "kültür" kelimesinin ben de altını çizmek isterim açıkcası:) Haşmet de dergileri ve pis filmleri eleştirir bu konuda. "Ahhh medeniyet" der Haşmet Bey. "Bizi yabancı diyarlardan getirttiğin süslü yalanlarla mı besleyeceksin" Ne kadar da güzel düşünür öyle değil mi?
Bir sonraki sahnede Haşmet Bey röptoşambırıyla piyasonu çalıp şarkı söylemekte, Ayşe de yatağında dinlemektedir. Ayşe daha sonra adamın dediklerini sindirir ve umutsuzluğa kapılıp ağlamaya başlar. Artık fakir ailesinin yanına dönemeyecektir. O sırada Haşmet Beyin arkadaşları onu merak edip ziyaretine gelirler. Haşmet bey Ayşe'yi yeğeni olarak tanıştırır mahalle esnafına. Arkadaşları ellerinde meze sofraları ve içkileriyle gelmiştir. Hemen sofra kurulur, türküler söylenmeye başlar. Ayşe masada hüzünlüdür. Burada "Yeni Rakı" şişesine dikkatinizi çekerim:) Ve sevgili Ayşe'den filme damgasını vuracak istek gelir: "Ben bir cezvemi çalsana?" ..




Haşmet Bey "o da ne?" diye karşılık verir:) Bunun üzerine Ayşe şarkıyı söylemeye başlar. Ve Ayla Algan'ın müthiş sesini dinleriz:) Bekçinin gelmesiyle herkes dağılır. Ama kimse Ayşe'nin Haşmet Beyin yeğeni olduğuna inanmamıştır. Haşmet bey, arkadaşlarının yanında Ayşe'nin tüm marifetlerini sergilemesinden de rahatsız olmuştur aslında. Ayşe ise hala içinde o ünlü olma hevesini taşımaktadır. Ayşe yarın ses sanatçısı olmak için iş arayacağını söylese de, Haşmet bey ona İzmir'e ailesinin yanına gitmek üzere vapur bileti alacağını söyler.

Ertesi sabah kalktığında Haşmet bey, Ayşe'den kaçtığına dair bir mektup bulur. Ve Haşmet bey "Ahhh küçük cezve" der...

Bir sonraki sahnede Ayşe'nin hevesle pavyon önündeki sanatçı fotoğraflarına baktığını görürürüz. Kızda dinmeyen bir heves vardır. Haşmet Beyden ödünç aldığı parayla hemen üstüne kadınsı kıyafetler alır ve başlar iş aramaya tek tek pavyon patronlarıyla görüşerek. Ve ilk denemesinde de başarılı olur. Ne iş yapacağını kendi de biz de anlamasak da, orada dansöz olarak çalışan kadının bile yanına yerleşir ve yarını bekler heyecanla...



Haşmet Bey de yine arkadaşlarıyla gecesine başlamıştır. Aşk değil bu der, acıma...Ama hepimiz bunun böyle olmadığını biliriz. Arkadaşları da dahil. Aşık olmuştur Haşmet bey. Hem de bu körpe gencecik kıza..Bu zamana kadar mahalledeki eş adayı kadınlara kulp bulan Haşmet Bey'i arkadaşları evlendirmek ister artık. Tüm zengin kadınları sayarlar mahalledeki. Ama Haşmet Bey oralı olmaz ve ayrılır arkadaşlarından. Giderken: "Bu akşam hiçbiriniz hicazdan gelmiyorsunuz" der:)

Bu esnada Ayşe'nin yeni ev arkadaşının da niyeti anlaşılır. Maalesef yine hayat kadınlığa itilmiş bir kadındır o da...

Haşmet Bey gerçek bir insan sarrafıdır. Gece yatarken kendini orta halli bir kadın olan Ayten evliyken düşler ama olmaz der. Orta halli kadın yaşayamadıklarını yaşamak ister, para harcamak, gezmek ve çocuk ister. Ve herşeyi kocadan bekler:) O an bile aklına Ayşe düşer:) Bu sefer de 2 fakülte bitirmiş Leman ile evliliği düşler. Okumuş kadın insanı iğne üstünde oturtur diye düşünür. Rahat vermez der.
Bu sırada fonda cezvem çalmaktadır;) Ve rüyasından "İmdat Ayşe" diye uyanır. Yeniden uykuya daldığında ise kabusu devam eder. Bu sefer de yaşı geçmiş zengin Belkıs ile evlendiğini görür. Belkıs'ı alırsa da köle olacağını söyler:) Kabusunun sonunda yine Ayşesi göz kırpar ona:)) 



Ayşe dansöz kıyafetlerini ayna karşısında derken birden kendini Haşmet abisini düşlerken bulur. Haşmet'e utanmıyorum diye bağırsa da, aslında çok utanmaktadır ve buna devam ederse Haşmet abisini sonsuza kadar kaybedeceğinin farkına varır.. 

Gözleri yaşlı bir şekildeyken, evlerine gelen adam ona saldırır. Ev arkadaşı "dostumu nasıl elimden almaya kalkarsın" diye zavallı Ayşe'yi yaka paça dışarı atar. Ayşe soluğu gazinoda alır ve sahnesine çıkar. Yine "cezvem" şarkısını söylerken, kimsenin kendini dinlemediğini, herkesin eğlence derdinde olduğunu fark eder. Bu arada Ayla Algan'ın berrak sesini büyük keyifle dinleyeceğinizden emin olabilirsiniz. Dikkat çekmek için hafiften soyunmaya ve dans etmeye başlar Ayşe. İşte o zaman tüm gazinodaki erkeklerin dikkatini çeker ve patronunu da memnun eder. 



Fakat erkekler ondan faydalanmaya çalışınca ortalık karışır ve Ayşe kendini oradan zor kurtarır. Ve soluğu o sırada arkadaşlarıyla kulübesinde "cezvem" şarkısını acı acı söyleyen Haşmet abisinin evinde alır. Ayşe çok utandığını ağlayarak haykırır Haşmet'e ve sarılırlar.


Ertesi sabah ikili deniz kenarında kulübeleri için kırık ağaç dalları toplarken, Haşmet bey gururla bakar Ayşe'sine. Ayşe de adamın ilgisinden çok memnundur ve hayatı boyunca böyle bir ilgiyi kimseden görmediğini söyler. Ve Haşmet'ten ona iş bulmasını ve kendisiyle evlenmesini de ister. Haşmet bu durumu kendine yakıştıramasa da kızın da kendisine ilgisini fark eder ve mutlu olur. Kız "kendine beni layık görmedin mi" diye üzülürken, Haşmet aslında çok çok mutludur ve büyük bir coşkuyla kendine iş bulacağını söyler. Hemen tozlu takım elbise çıkarılır ve giyilir. 



Beni öpmeyecek misin diyen kızı Haşmet alnından, o tatmin olmayınca da yanağından öper. Fakat o da ne:) Ayşe atlar ve Haşmeti dudağından öper. Sene 1966 arkadaşlar ve hatırlarsanız bu yılllarda böylesine cesur bir sahne (?) cidden zor. Ama lütfen bu filmimizi herhangi bir sınıfa sokmayınız ve sokanları da uyarınız:)



Bu gazla Haşmet bey düşer yollara. Haşmet çorbasını içmez, selamları hızlıca alır ve sigarayı bile bıraktığını söyler. Tüm mahalle şaşkındır. "Herşeye yeniden başlıyorsun Haşmet. Miskinliğe paydos, kaytarmak yok. İlk iş hiç hoşuna gitmese de eski "hatırlı" dostları bulmak" Haşmet bey bunu istemez çünkü filmin başında da bahsettiği üzere tüm dostları, durumu bozulur bozulmaz onu aramaz sormaz olmuşlardır ne yazık ki..



Haşmet bey ilk olarak Garanti Bankasına gider:) Bankanın eski logosunu görmek inanın çok nostaljik ve gülümsetici:) Hatta hesap açana 200.000 TL ikramiye de vermektedir banka. 



Haşmet bey,banka müdürü arkadaşını beklerken, robot gibi çalışan banka memurlarına bakar ve yüzü düşer. "Tahammül edilmez bir yer burası. Burada 40 sopa vursalar çalışamazsın. Çabuk kaç Haşmet!" der kendine Haşmet bey:) 



Ve tam kaçmaya hazırlanırken arkadaşı çıkagelir. Bir bahaneyle hızlıca kaçar ve bir sigara yakar Haşmet bey. Bu sefer de ambar memurluğu için başka bir arkadaşını görmeye gider. Arkadaşına tanışıklık verirken "Hani Galatasaray'dan" der Haşmet bey. Onun Galatasaray lisesinden de mezun olduğunu anlarız. Arkadaşı onu tanımadığını söyleyerek hızlıca uzaklaşır. Bu durum zaten Haşmey beyin de işine gelir. Aşık olmasına aşıktır Haşmet Bey, artık sağlam bir işe de ihtiyacı vardır ama Haşmet Bey'in gönlünde hala bu çok sevdiği memleketi gibi bozulmadan ve kimsenin boyunduruğu altına girip özgürlüğünü satmadan saf ve temiz kalbi arzusu da vardır. Kendi olmadan Ayşe'siyle de olmak istemez aslında. Dürüstlüktür hayatta tüm gayesi...

Böylelikle içki içip düşünmeye karar verir. Ayşe'sine ne diyeceğini de bilememektedir. Ve arkadaşlarının yanına koşar Haşmet Bey içmeye...En iyi yaptığı şeye...Ve Galatasaray'dan "Hıyar Şakir" (Bilge Zobu) dediği arkadaşı çıkagelir meyhaneye ve Haşmet beyle sarılırlar. 



Şakir bey masasına davet ettiği Haşmet beyi "Dünyanın en otantik, en bohem adamı hatta "diye tanıtır masasındaki arkadaşlarına. Masasında "bohem" isimler vardır adamın. Bir tanesi de Şakir Bey'in plak şirketinin ortağıdır. Şakir beyin aynı zamanda gazinosu da vardır. Grup bu meyhaneye, yerli müziği alaturkalıktan kurtarmak ve alafrangalaştırmak için sosyal deneyler yapma amacıyla geldiklerini söyler. Halkımızın zevkini batılaştırmaya, bayağılıktan kurtarmaya çalışıyoruz" derler. Bir Türk müziği aşığı olan Haşmet Bey acı acı güler bu duruma. 
Ekip garsona bir plak da taktırtır. Haşmet Bey "Peki halk bu müziği beğenmezse" diye sorunca, "alıştıracağız" der arkadaşı. Şakir bey, "halk iyiye, doğruya, gerçeğe ne zaman kapalı olmuştur" der. Bahsedilen alafranganın alaturkanın yerini alma mücadelesidir aslında. Bu sırada fondaki müzik tüm meyhaneyi rahatsız eder ve ortalık karışır. Haşmet bey şöyle der eleştirir "medeniyet" çatısı altındaki bu geçişe, karmaşalığa bakarak: "Kültür hizmeti ha. Ey gidi anası babası belli olmayan kozmopolit maskaralar."

Ayşe'sinin yanına dönen Haşmet beyin aklında parlak bir fikir vardır. Haşmet bey, Ayşe'ye kolay zengin olmanın yolunu bulduğunu söyleyerek geçer piyanosunun karşısına ve bir beste çalar. Ayşe dinlerken esner. Çaldığı "Şehnaz Longa" dır. (Şehnaz Longa, Osmanlı Döneminin meşhur "Santuri" Ethem Bey tarafından bestelenmiş ölümsüz bir eserdir.) Şarkıyı modernleştirip bir sefer daha çaldığında ise Ayşe neşelenir ve beğenir. "Böyle düşünen bir sen değilsin maalesef" der Haşmet Bey. "Bu da kolay para kazanmayı kovalayanların işine geliyor. Elimizde canına okuyacağımız maskara edeceğimiz bir müzik hazinesi var. Bu parçalara insanı aklını karıştıracak toplumsal sözler de yazdık mı tamam." der. Haşmet bey burada batı müziğini çok sert eleştirir ve kendi müziğimize yapılanlardan çok rahatsızdır aslında. Ama para da kazanması lazımdır Ayşe'si için. El mahkumdur. Yazdığı şarkıları da Ayşe söylecektir. Plan budur. Ayşe tövbeliyim dese de, Haşmet bey onu sosyetenin en tutulan şarkıcısı yapacağını söyler. Üstelik sesi ya da onu burasını açmasına gerek yoktur. 

İlk şarkı hazırlanır, ve Haşmet beyin arkadaşı Şakir'in gazinosuna götürülür. Şakir bey bayılır. Hatta dinleyenler de bayılır. Haşmet ise şaşkındır. "Bu müşterinin bizi tokatlaması lazım değil mi" der. Ve sonunda da yanlış bir iş yaptığını düşünerek de pişman olur. Ayşe ise coşku karşısında müthiş heyecanlanmış ve eski hevesi yeniden canlanmış gibidir. Haşmetine sarılır, teşekkür eder. Çok şaşkındır. 



Haşmet bey "Kabahat bizde değil bunları dinleyenlerde" der. Ne kadar da güncel bir durum öyle değil mi dostlar? İyilik edeyim derken en büyük kötülüğü yaptığını düşünür Ayşe'sine Haşmet Bey. Eğer bu bataklığa düşerse bir daha kendisinin dahi kurtaramayacağını biliyordur. "İnsan en çok sevdiği şeyi çamura atar mı?" der...

Gazino ortağı ve arkadaşları, Ayşe'sini arabaya atar ve gezmeye götürür. Haşmet bey acıyla bakar arkalarından...Sabaha karşı gelen Ayşe'sini uzaktan izlerken de kendi kendini telkin eder çünkü hepsi kendi suçudur. 

Ayşesini kaçırırsa iflah olmayacağını biliyordur Haşmet Bey. O yüzden kıza sabırlı olmaya çalışır. Kıza hediyeler yollayan gazino sahibinin karşılıksız hiçbir şey vermeyeceğini söyler. Amacı kenara birkaç kuruş koymak olan Haşmet Bey, zenginlerin bu hevesinden korkmaktadır. Eğer gece yine onların arasına güzel kıyafetlerle karışırsa onu sıkıldıklarında harcayacaklarını söylese de Ayşe çok heveslidir. Haşmet Bey "gideceksen bir daha gelme" der kıza. Ağlaşarak vedaşırlar. Ayşe Haşmet'in onu kovduğunu düşünmektedir. "Senden başka kimseyi sevmedim" der ve ağlayarak uzaklaşır. Haşmet Bey'in bu duruma yaptığı yorum ise cidden efsanedir: "Bu Şehnaz Longa'nın senden intikamıdır Haşmet!"

Ayşe artık ünlü olmuş hatta SES mecmuasına bile çıkmıştır. Kapakta Fatma Girik vardır:) 



Haşmet Bey ve arkadaşlarıyla şaşkınlıkla takip ederler Ayşe'yi. Ayşe'nin dergide verdiği komik pozlar, Haşmet Bey'le ilk karşılaştıklarında adama verdiği gülünç pozlara benzemektedir:)





Arkadaşları Haşmet bey için endişelidir. Ona, zengin Belkıs Hanımla hemen evlenmesi gerektiğini, ona layık olmayan bu kızı unutması gerektiğini söyler. Haşmet birden "Biz gün görmüş soylu Haşmet İbriktaroğlu, han hamam sahibi sonradan görme Belkıs Hanımın izdivacına talip oluyoruz" der acı bir şekilde...Gerçekten de içiniz yanar Haşmet Bey'e. Haşmet Bey derin bir acı içinde oradan ayrılırken, arkadaşları çok mutludur karara. 

Ve kış gelir. Haşmet'e fotoğraf çektirmek için bir genç kız yanaşır. Tam o esnada da Ayşe ihtişamlı bir şekilde arabasından iner ve yaklaşır. Burada çok hüzünlendim arkadaşlar. Ayşe arabasını taksitle aldığını ve 5'er biner şeklinde ödeyeceğini söyleyince Haşmet Bey son derece içten bir şekilde "Nasıl yaparsın, ya ödeyemezsen?" diye sorar. Hüzünlendim çünkü günümüze bakın...Kredi kart borçlarına..Her ay harcadığımız sanal paralara, "Ya ödeyemezsemi" düşünmeden mahkum olduğumuz aylık sanal ödemelere...Ey gidi ey...
Halk bu zıpırlıkları nasıl yutuyor diye şaşırırken Haşmet Bey, Ayşe plak bile çıkarıyordur. Ayşe Haşmet beye "ciao" diyerek havalı bir şekilde ayrılır. Hilton'da kalıyordur. Havasını atsa da aslında onun da aklı hala Haşmet Bey'dedir. Haşmet bey ise Ayşe'sine hala üzülmektedir ve onun başına gelecekleri acıyla bekler...



Ayşeyi otelde görürüz. Otele borçları birikmiştir. Gazinoda da Frank Sinatra'nın şarkısını İngilizce ona söyletmektedirler ona:) Tabi ki olmaz Ayşe, Haşmet bey'in özgün besteleri olmadan çok başarısızdır gerçekten. Tek çareleri Haşmet beyden şarkı istemeleridir. Ama Ayşe bu konuda çok katıdır. 

Haşmet bey balıkçı arkadaşının teknesiyle açıldığında birden motorlu bir tekne ile Ayşe'nin yanaştığını görür. Arkadaşı ona evleneceğini ve bu kızın çıkar uğruna geleceğini hatırlatarak onu uyarır. Evet, maalesef Ayşe ondan beste istemek için gelmiştir..Haşmet buna çok bozulur çünkü Ayşe'nin hatasını anlayarak geldiğini ummuştur. Haşmet bey kıza "Senin için Haşmet'i harcadım, defol bir daha da görünme bana" diye haykırarak kızı kovar. Adam hıçkırarak ağlar ve arkadaşı onu oradan uzaklaştırır. 



Ayşe'yi görürüz gözleri yaşlı eczaneden bir ilaç alır. Ne aldığını anlayamayız. Ambulansla onu hastaneye götürdüklerinde ise durumu anlarız. Zavallı kız intihar etmiştir..Haşmet Bey ise bu esnada yapamayacağını söyleyerek kendi nikahına hazırlanıyordur. Arkadaşları onu ikna etmeye çalışır. Bir arkadaşı ise ona gazeteden Ayşe'nin intihar ettiği haberini gösterince Haşmet Bey bir solukta kendini onun yanında alır. Kız Haşmet Bey'i karşısında görünce uydurma beyanlar verdiği gazetecilere tüm gerçekleri haykırır. Herkes çıkar, Haşmet Bey yine kızı bekliyordur. 




Ayşe, Haşmet'e "Bir seni sevdim ben. Sen hayatımda tek doğru tek güzel şeysin. Seni dinleyeseydim bu hallere düşmeyecektim."der ve utancını anlatır. Haşmet  kederlidir ama gülüyordur da kıza. Ayşe'sini yeniden yanında kalmaya davet eder. 



Filmimizde tabi ki klasik Türk filmlerinin bir takım klişeleri de yok değildir. Belki bir tanesi de korumacı Türk erkeği olabilir. Yine de müthiş bir zeka ürünü olduğu aşikar olan diyalogların gücü cidden yadsınamaz.

Çiftimiz birlikte vapurla dönmektedir...Ayşe "Şimdi ne yapacağız" diye sorunca: "Bilmem. Ama yaşıyoruz. Ve iki kişiyiz. Ve birbirimizi seviyoruz. Korkma dünyada her zaman inanılacak sağlam şeyler bulunur" der Haşmet Bey ve filmimiz Türk sanat müziği ezgileriyle son bulur. 

Filmin finali sizce de sizinle daha önce paylaştığım Charlie Chaplin'in muhteşem filmi "Modern Zamanları"ı anımsatmıyor mu? Tüm zorluklarla bilinmez geleceğe doğru birlikte umut dolu bir yolculuğa hazırlanış...



Modern Zamanlar (1936)

Kendinize bir iyilik yapın sevgili dostlarım ve bu filmi mutlaka izleyin.
Ve bana izledikten sonra şu soruyu yanıtlayın lütfen:
Bu filmden sonra Sadri Alışık sizin için hala bir "Turist Ömer" midir, yoksa "Haşmet Bey" midir artık?
Keyifle ve sinemayla kalın.





















































Kaynaklar:
www.imdb.com
http://www.kameraarkasi.org/yonetmenler/atifyilmaz.html
http://www.tsa.org.tr/
http://www.biyografya.com/biyografi/14295