30 Mart 2018 Cuma

GRAND OTEL

Orijinal film adı: Grand Hotel

IMDB: 7,6 / 10

Tür: Dram

Süre: 1 sa. 52 dk.

Renk: Siyah, Beyaz

Yapım yılı: 1932

Ülke: ABD

Yönetmen: Edmund Goulding 

Oyuncular: Greta Garbo
 John Barrymore, Joan Crawford, Wallace Beery, Lionel Barrymore



Favori diyalog (Quote of the film):







Selamlar!

Anne Frank'i çoğunuz okumuş, duymuş ya da filmini izlemişsinizdir. Nazi işgali sırasında Amsterdam'daki evlerinin bodrumunda 2 sene hiç dışarı çıkmadan ailesi ve komşularıyla yaşamak zorunda kalan minik Alman kız...

Anne Frank
Zavallı Anne, o bodrum katındaki odasında günlüğü ve süslediği duvarına bakarak kurduğu hayalleri ile hayata tutunmaya çalışır. Fakat maalesef Gestapo tarafından bulunur ve çocukların hapsedildiği bir kampta ailesiyle birlikte ölür...Sadece babası hayatta kalmayı başarır. Saklandıklara yere geri dönüp minik kızın günlüğünü bulur ve bizlerle de buluşturur...
Anne'in duvarına astığı fotoğraflardan birinde vardır Greta Garbo tüm güzelliği ile...
Anne Frank'in odasının duvarı

Duvardaki Greta Garbo fotoğrafı...
Hayata bakın ki Anne'in hayranı olduğu Greta Garbo'nun bir hayranı daha vardır: Anne'in ölümüne neden olan Adolf Hitler! İşte sanat bazen bu tarz oyunlarla buluşturabilir farklı dünyaları...

Greta Garbo filmleri genelde çok melankolik olur. Kendi de melankolik bir insandır. Ben bile hayatını okurken ve yazarken etkisinde kalmadım değil. Kadını mutlu olarak sayılı dakikalarda görürsünüz çoğu filminde. Maalesef bu filminde de öyle. Yine de bana kalırsa Greta Garbo'nun en iyi filmlerinden biridir Grand Hotel. Bunda filmin kadrosunda yer alan diğer muhteşem oyuncuların da etkisi büyük. Özellikle Joan Crawford...Bu filmle bir Greta Garbo hayranı olmayı beklerken ben bir Joan Crawford hayranı oldum diyebilirim:) 


Greta Garbo

Joan Crawford
Aslında size detaylı olarak Joan Crawford'dan bahsetmeyi düşünürken, bu filmin Garbo'nun en iyi filmlerinden biri olduğu gerekçesiyle, Garbo'yu detaylıca tanımanın daha doğru olduğu kanısına vardım. O zaman buyrun kendisini biraz tanıyalım :)

Greta Garbo, İsveç'in Stochholm şehrinde işçi bir anne ve babanın kızı olarak dünyaya gelir. 14 yaşındayken babasının ani ölümü, Greta'yı okulu bırakarak çalışmaya iter. Bir giyim mağazasında işe başlayan genç kız, güzelliği fark edilmeyecek gibi olmayınca, mağazanın şapka modelliğini yaparak gazetelerde çıkan reklamlarında yer alır. Kısa bir süre sonra aynı mağazanın kısa reklam filmlerinde de boy göstermeye başlar. Bu zamana kadar herhangi bir oyunculuk deneyimi olmayan ve çocukluğundan beri bu yönde büyük hayalleri olan Greta, bu reklamla bir komedi film yönetmeninin dikkatini çeker ve bir filminde yer alması için teklif alır. Bu ilk tecrübesinden hem keyif hem de cesaret alır Greta. İsveç Drama Okuluna (1922) başvurur ve burs kazanır. Ve nihayet İsveçli büyük bir yönetmen (Mauritz Stiller) onu fark eder; drama okulundan koparır ve bir filminde rol verir: Gösta Berling Saga (1924). Greta bu filmde henüz 18 yaşındadır:)
Gösta Berling Saga (1924)
18 yaşındadır ama yaşına göre çok olgun ve farklı bir görünümü ve elektriği vardır Garbo'nun. Bu elektriği Hollywood da kaçırmaz ve MGM (Metro Golden Mayer) onu fark eder. Aynı yıl Greta ile uzun vadeli bir sözleşme imzalar yapım şirketi. Ama Greta tek kelime İngilizce bilmiyordur:) ilk Amerikan yapım filmi 1926'da tamamlanır ve seyircisiyle buluşur: Torrent. Greta'nın en büyük şansı, sessiz film dönemi olduğu için, tek kelime İngilizce dahi konuşmasına gerek olmamasıdır:)
Greta Garbo & Ricardo Cortez, Torrent (1926)
Hollywood bu eşsiz kadının gözleriyle sergilediği oyunculuğa hayran kalır. Kadın oyunculuk yapmıyor, adeta rollerini yaşıyordur. Bunu rol arkadaşı Ricardo Cortez de dile getirir bu şekilde. Kısa zamanda sessiz filmde bir çok ünlü meslektaşını geride bırakarak zirveye ulaşır Garbo. 

1924 yılına geldiğimizde ise ülke olarak şöyle bir talihsizlik yaşarız: Greta Garbo ve yönetmeni Stiller "The Odalisque from Smryna" filminin çekimleri için İstanbul'a gelir. Fakat film daha çekimlerine başlanamadan finans sıkıntısı yaşadığından çekimler iptal olur. Bu süre zarfında Garbo, Pera otelinde kalır ve İstanbul turları da unutulmaz.

Garbo İstanbul sokaklarında

Garbo ve Ayasofya Müzesi

Greta Garbo Pera Otelinde
Garbo'nun farklı ve karizmatik sesini ilk defa 1930 yılında "Anna Christie" filmi ile duyarız. Hatta MGM "Greta talks!(Greta konuşuyor)" diye filmin promosyon reklamını da yapar ilanlar aracılığıyla. Evet herkes bu eşsiz bakışlı kadının sesini merak etmektedir.

"Greta Garbo konuşuyor-Dünya dinliyor!"

"İlk sesli filmi!"
İlk sesli repliğinde barmenden viski ister Garbo:) Sonuç herkes için inanılmazdır. İsveç şivesiyle farklılaştırdığı İngilizcesi ise hayranlık uyandırır. Kadının sesi ne şuhtur ne de seksi. Bambaşkadır. Erkeksi de değildir kadınsı da...Tam bir Garbo sesidir...
Bu filmle aday olduğu en iyi kadın oyuncu Oscar ödülünü kazanamasa da, Hollywood'da yerini iyice sağlamlaştırır. 

Greta Garbo & Charles Bickford, Anna Christie (1930)
1931 yapım "Mata Hari" filmi ise hit filmi olur Garbo'nun. Bu filmde Alman ajanlığı ile suçlanan egzotik bir dansçıyı canlandırır. Dansı, büyüleyici güzelliği ve karizmasıyla milyonları büyüler Garbo...Yine de rollerinde rahatsızdır. Yaşına göre çok olgun ve seksi kadınları canlandırdığını ve bunun kadınları basitleştirdiğini düşünür. Kadınsılığına bir güç bir gizem de katar. Sette çoğu zaman işler istediği şekilde yürümezse "Benim İsveç'e geri dönme vaktim geldi sanırım" diyerek tüm set ekibi ve yapımcıları telaşlandırır:) Ve sonuç her zaman Garbo'nun istediği şekilde sonuçlanır. Garbo artık Hollywood'un en parlak yıldızlarından biridir. Hal böyle olunca yaptırım gücüyle beraber aldığı ücret de fazlasıyla artmaya başlar. Hatta o dönem yüksek ücretleriyle film gelirini oldukça düşüren "Box Office Poison (Box Office Zehirleri)" listesine de girer:) Bu isimler arasında Bette Davis ve Katharine Hepburn de vardır.

Mata Hari (1931)
Bunun yanında çok da disiplinli ve sorumluluk sahibi bir aktristtir ve onu tatmin etmek çok zordur. Herkesten önce sete gelir ve paydos zamanı geldiği anda işler yarım kalsa dahi saatini işaret ederek oradan ayrılır. Rolüne girmek için çok farklı bir şey talep eder ve çoğu zaman da ekibi zor durumda bırakır. Sahnelerinde kameraman ve ışık görevlisi dışında herkesin seti terk etmesini ister. Buna yönetmen de dahildir! Çevresinde insanlar olduğu sürece role ve büyüye girmekte zorlandığını söyler. Belki de bu sebeptendir ki rollerine fazlasıyla bürünür. 

Bu filminden sonra en önemli filmleri Grand Hotel (1932), Kraliçe Christina (1933), Anna Karenina (1935) ve La Dam o Kamelya (1936)'dır. Hatta son ikisi en önemli filmleri arasında gösterilir.

Fakat Amerika 2.Dünya savaşına hazırlanmaktadır ve buhran dönemi kendisini göstermeye başlar. Milliyetçilik duygusuyla yanıp tutuşan halk, sinemalarda da kendi ırkından insanları seyretmek ister. Belki de bu sebeptendir ki 1937 yılında Garbo'nun "Conquest" filmi büyük bir başarısızlıkla sonuçlanır. Zaten son senelerde de gelir ağırlıklı Amerika'dan değil, filmlerin satıldığı Avrupa'dan gelmektedir. 
Hal böyle olunca yönetmen Ernst Lubitsch çareyi Garbo'yu komedi filmlerine iterek, biraz da gülümseyen yüzünü göstermekte arar. 1939 Ninorchka filmi maalesef beklenildiği başarıya ulaşamaz, Garbo'yu ilk defa uzun uzun gülerken görse de izleyicisi...1941 yapım "İki yüzlü kadın" filmi ise Garbo için bir yıkımdır. Bu filmden sonra emeklilik kararı alan Garbo henüz 36 yaşındadır ve sadece 28 filmde rol almıştır. Bir kaç film projesiyle geri dönme kararı alsa da hep aksilikler yaşanır ve projeler iptal olur. Ve Garbo Hollywood'a ve kariyerine veda eder. 1951'de Amerikan vatandaşı olur. 1954 yılında ise Hollywood'a kattığı benzersiz oyunculuğuyla Oscar Onur ödülüne layık görülür.

Herkesin ciddi anlamda merak ettiği ve tanımak istediği bu esrarengiz kadın, basına röportaj vermez, hayranları için imza dağıtmaz; onlarla her türlü iletişimde kendisini kapar ve hiç bir film prömiyerine ve ödül törenine gitmez. Kadın akrabalık ilişkilerini dahi gizli tutar. Greta Garbo tam bir gizemdir. Yıllar sonra buna ise basit bir açıklama getirir ünlü aktrist: İngilizcesi her zaman kendisini ifade etmekte yetersiz kalır. Hal böyle olunca sessizliğe bürünür. Zaten utangaç bir insanken, gittiği her yerde masalarda magazin habercilerini gördükçe de hiç hata yapmamak ve hiç konuşmamayı tercih eder. Biseksüel olduğu da bilinen sanatçı, her ne kadar kendi dünyasına çekilse ve yalnızlığı çok sevse de sanıldığı kadar mütevazi de yaşamaz bir dönem. Jet sosyete ile tüm Avrupa'yı gezer, partilere de katılır. 1970'lerde ise durulur. Amerika'yı ve yaşadığı New York şehrini ruhsuz olarak hep eleştirse de ömrünün son gününe kadar orada yaşar. Ama susar, susar, susar...

Filmimizin kadrosunda Joan Crawford yanında o dönemin yine kült oyuncularından John Barrymore ve Lionel Barrymore da vardır. Bunlar Barrymore kardeşlerdir. Bu kardeşlerin arasında sevgililer gününde instagram hesabımda paylaştığım "Alevli kalpler"filminde hala rolüyle hatırlayacağınız Ethel Barrymore da vardır. 

Sırasıyla John, Ethel ve Lionel Barrymore
Barrymore'lar inanır mısınız 5 kuşak oyuncu kökenlidir. Ailenin ilk aktörünü de paylaşayım hadi eksik kalmasın:) (Yine başladım sanırım bilgi bombardımanına ama olsun ilginç bir yere geleceğim:))

John Drew Sr. (1827-1862)
Louisa Lane (1820-1897)
Ve filmimizde yer alan John Drew Barrymore, ünlü oyuncu Drew Barrymore'un dedesinin babasıdır:) John Barrymore oğluna da kendi ismini vermiştir.
Drew Barrymore dedesi John Drew Barrymore ile
Tamam haklısınız konumuza geçiyoruz:) Buyrun:

Konu:
Grand Hotel Berlin'in en pahalı otelidir. Orada kalmakta olan Dr.Ottersnschlag'ın (Lewis Stone) da dediği gibi insanlar gelir ve insanlar gider bu otelden. O sırada otelde kalan isimler ise ilginçtir: Kumar borcu olan ve bunu otelde kalan ünlü Rus balerin Grusinskaya'nın (Greta Garbo) incilerini çalmak için fırsat kollayan Baron von Giegern (John Barrymore); ömrünün son günlerini geçirmek ve hoyratça para harcamak amacıyla orada bulunan memur Bay Kringelein (Lionel Barrymore); tesadüfen orada iş için bulunan patronu Preysing (Wallace Beery) ve Preysing'in sekreteri olarak orada bulunan Bayan Flaemmchen (Joan Crawford). 
Alacaklıları tarafından sıkıştırılan baron bir gece gizlice Grusinskaya'nın odasına girer ve incisini çalar. Tam çıkarken ise odaya kadın gelir. Kadının depresif ruh halinden ve söylediklerinden intihar edeceğini anlayan Baron dayanamaz ve kadına görünür. Niyetini de açıkça anlatan Baron ve kadın birbirlerinin çekimine karşı koyamaz ve aşık olurlar. Grusinskaya ise kısa bir süre önce aşkını kaybetmiştir. Bu üzüntü onu dansından da uzaklaştırmaya başlamıştır. Oysa ki herkes tarafından tapılan bir dansçıdır kadın. 

Baronun centilmenliğinden ve insanlığından etkilenen bir başka kadın daha Baron'a aşık olmuştur: Bayan Flaemmchen. Bayan Flaemmchen, Baron'dan, gariban Bay Kringelein'a destek olurken etkilenir. Bay Kringelein hayatı boyunca sert ve kötü karakterli sanayi patronu Preysing için düşük ücretle çalışmış ve hayatını yaşayamamıştır. Ömrünün son günlerini ise tüm biriktirdiği parayı bu otelde harcayarak geçirmeyi planlar. Fakat zavallı adam iyi vakit nasıl geçirilir onu bile bilemez. Çoğu zaman da sosyal statüsü anlaşıldığından hor görülür. İşte tam bu noktada Baron ona destek olur. Ve o da Baron'u çok sever. Bayan Flaemmchen çok güzel bir kadındır. Fakat sekreterlik işi onun geçimini sağlayamaz. Dolayısıyla o da çoğu zaman onun kadınlığından faydalanmak isteyen patronlarına karşı koymaz ve karşılığında giyecek ve seyahat giderleri alır. 




Çaresiz Baron, Grusinskaya'nın incilerine kıyamadığı gibi, Bay Kringelein'ı da soymaya kıyamaz. Tek çare Preysing'i soymaktır. Fakat maalesef işler hiç de planlandığı gibi gitmez...

Keyifli seyirler dilerim!

Bilgi ve yorumlar (SPOILER ALERT – Filmi izledikten sonra okumanızı öneririm!)

Farkındaysanız oyuncuların hepsinin bir arada olduğu bir fotoğraf koyamadım konu bölümümüzde:) Bunun sebebi de filmde, bu ünlü oyuncuların tümünün olduğu bir sahne bulunmamasıdır. Filmin yapımcısı Irving Thalberg ve ünlü yönetmen Edmund Goulding bu film ile bir risk alır aslında. Film şimdiye kadar denenmemiş bir uygulamayla tam 5 film yıldızını bir araya getirmiştir. Bunlar yukarda da bahsettiğim Oscar ödüllü Lionel Barrymore; kardeşi o dönemin ünlü jönlerinden John Barrymore; bu filmle ününü iyice pekiştiren Joan Crawford; Oscar ödüllü Wallace Beery; ve tabi ki o dönemin efsane yıldızı Greta Garbo. Burada amaç her seferinde bir film yıldızı kullanıp elde edilen bölünmüş hasılatı, sinema seyircisine görsel bir şölen yaratacak bir yıldızlar geçidiyle tek filmle pekiştirmektir. Öyle de olur. Film o dönemin ve hatta MGM'nin gelmiş geçmiş en yüksek gişe hasılatını elde eder. (1.4 milyon Dolar)

Wallace Beery
Tabi bu film için Garbo'yu ikna etmek oldukça güç olmuştur Thalberg için. Ama sayılı film yıldızına yapılan finansal öncelikler bu efsane kadına da sağlanarak ikna edilir kendisi. Garbo, özellikle Crawford'un önüne geçmesini istemez. Aynı sahnede yer almayacak olmaları neyse ki Thalberg için bir avantaj olur. Öte yandan Garbo erkek oyuncu seçiminde de söz sahibi olmak ister, neyse ki Barrymore konusunda da ikna olur. Bu sefer de 27 yaşında bir bale oyuncusu mu olur diye kendinden de şüpheye düşer. Bana kalırsa Garbo'ya bu filmde balerin rolü gerçekten de yakışmamıştır. Farklı bir dalda dansçı olabilirdi...Canlandıracağı balerinin gösterişsiz kıyafet ve kostümlerini de eleştirir Garbo. Fakat tüm bu endişeleri, hayatı boyunca hep güvendiği ve güveneceği Thalberg tarafından giderilir.

Bu kadar yıldızın olduğu bir ortamda ego savaşlarının kaçınılmaz olduğu o dönemin gazete manşetlerine taşınsa da; sonuç hiç de beklenildiği gibi olmaz. Çünkü tüm oyuncular gerçekten de profesyoneldir. Tüm gözler bu konuda Garbo'ya çevrilmiştir aslında. Onun ne kadar zor bir insan olduğu herkes tarafından bilinir. Öte yandan Joan Crawford ve John Barrymore inanılmaz mutludur Garbo ile çalışacakları için. Crawford tam bir Garbo hayranıdır. Onunla sahnesi olmasa da Garbo ile sürekli iletişime geçmeye çalışır sette iken. Fakat maalesef Garbo'nun dillere destan soğukluğundan o da nasibini alır:) Garbo gerçekten de çok ilginç bir kadındır. Barrymore onun inanılmaz utangaç ve korkak olduğunu ama çekim başlar başlamaz bambaşka bir kadına büründüğünü söyler. Kadın sette kimseyle konuşmaz; sadece yönetmeni ve rol arkadaşı John Barrymore ile iletişim kurar. Hatta ikili birbirine derin saygı duyar ve sürekli iltifat da eder. Garbo, tuhaf çalışma talebini bu sette de tekrarlatır. Sahnelerinde herkesi dışarı çıkarttırır. Barrymore ile ikili romantik sahnelerinde perdeleri kapattırıp, alttan kırmızı ışık vererek ortamı romantikleştirmesini ister ışık görevlisinden. Yönetmen, kadının bu isteğini geri çevirmez. Bana kalırsa Garbo, Amerika'ya çok genç yaşında ünlü olarak dil bilmeden gelmiş olmanın heyecanını ve güvensizliğini burada yaşadığı sürece atamamıştır.

Greta Garbo ve John Barrymore sette sohbet ederken
Garbo'dan beklenen ego savaşı garip bir şekilde hiç beklenilmeyen bir oyuncudan gelir: Wallace Beery. Beery kötü ve sığ bir karakter canlandırmanın kariyerine zarar verebileceği çekingesiyle kabul eder rolünü. Crawford'un yeteneksiz bir oyuncu olduğunu da iddia eder.  Oynadığı karakteri geliştirmek için Alman lehçesi kullanır ve diğer oyunculardan sahne çalmaya çalışır senaryoya müdahale ederek:) Beery'nin Crawford'a dair olan düşüncesinin aksine, Crawford o kadar iyi bir performans sergiler ki, Goulding onun Garbo'yu geride bırakabileceği endişesiyle bazı sahnelerini kesip Garbo ile dengelemek durumunda bile kalır:)

Joan Crawford
Filmimize başlayalım bakalım:)

Vicki Baum'un aynı adlı ünlü Brodway tiyatro oyunundan uyarlanan filmimiz, insanların sürekli girip çıktığı otel lobi salonunda başlar. Bu sahnede ayakkabılardan çıkacak sesi engellemek için, Goulding tüm oyunculardan ayakkabılarını çıkarmalarını ister. Fakat bu da aşınan çoraplarla beraber yüklü bir çorap maliyetini beraberinde getirecektir:)

Ayakta: Edmund Goulding
En iyi film dalında Oscar sahibi da olan film, all-star kadrosuyla MGM'nin en prestijli filmlerinden biri olmuştur. Sinema tarihinde tekrarı en çok çekilen filmlerin de başında gelir.

Otelde yaşanan farklı hayatları bize genelde kuşbakışı yansıtır Goulding. Bir hikaye izlediğimizi bize sürekli hatırlatır. Çekimlerde bolca hareketli kamera kullanarak da oteldeki hareketliliği yaşamamızı sağlar. Yan yana sıralı telefon kulübelerinde telefonla konuşan insanların akan kamera görüntüleri de, bize bu zekice düşünülmüş yol ile karakterleri tek tek tanıtır:

Otelde çalışan görevlilerin başı Senf; doğum için hastaneye yatan eşinden müjdeli haber beklemektedir. Yoğun işi dolayısıyla da kadınının yanına gidememektedir. Otto Kringelein; muhasebeci olduğu sanayi şirketinden ölümcül hastalığı dolayısıyla istifa etmiş ve hayatının son günlerinde ilk defa doya doya para harcamak için bu lüks otele gelmiştir. Preysing; Otto'nun eski patronudur. Önemli müşterileriyle otelde bir araya gelerek şirketin geleceğini etkileyecek çok kritik bir iş anlaşması bağlamaya çalışmaktadır. Suzette; ünlü Rus balerin Grusinsnkaya'nın yardımcısıdır. Kadın, aşırı derecede mutsuz olan hanımından endişe duyduğunu anlatır telefonda. Baron Felix Von Greigern; Dachshund cinsi tatlı köpeği ile gezen tam bir maceracıdır. Yüklü bir kumar borcu vardır ve otele ünlü Grusinskaya'nın incilerini çalmaya gelmiştir. Dr.Otternschlag; yüzünde savaş yarası taşıyan kendi halinde bir doktordur. Otele farklı insanların girip çıktığını ama hiç bir şeyin değişmediğini söyler durur:)


Kötü giyinimli zavallı Bay Kringelein'ın güzel bir oda bulmak resepsiyon görevlileriyle yaptığı mücadelesine tanık oluruz bir sonraki sahnede. Baron burada devreye girerek centilmence adama kendi odasının verilmesini talep eder.


Baron'un bu davranışından etkilenen zavallı adam, onunla yakın ilişki kurmak için odasına içkiye davet eder. Baron ona iyi vakit geçirmek için önce iyi giyinmesini de tavsiye eder. Ve birden güzeller güzeli, sahne ışığı inanılmaz olan Joan Crawford, Bayan Flaem rolüyle otel koridorunda belirir. Telefon kulübesinde tanıtılan karakterlerden biri olmadığı için varlığıyla sizi bir anlığına şaşırtır. Kendisi, Preysing'in yeni stenografıdır. Kadının çekiciliği karşısında etkilenen Baron onu 5 çayına lobiye davet eder. Bayan Flaem, Baron'a ilk görüşte aşık olurken, Bay Kringelein'a da acıyarak adama büyük sempati duyar.



Ve birden Greta Garbo belirir ekranda. Onun sahneleri diğer oyunculara göre daha şiirseldir. Ve bence kendine özgü oyunculuğu kendi içerisinde değerlendirilmelidir; diğer oyuncularla karşılaştırılarak değil. Çünkü bakıldığında Joan Crawford muhteşem bir oyunculuk sergiler. Garbo'nun ekran ışığı ise bambaşkadır. Dediğim gibi ikisini karşılaştırmak elmayla armutu karşılaştırmak gibi:) Goulding özellikle kadını hep yakın planda gözlerimiz önüne serer, o muhteşem göz oyunculuğunu bize göstermek için.



Rus balerin Grusinskaya mutsuzdur. Aslında Avrupa'da 1.Dünya savaşından sonra görülen buhran dönemi hakimdir. Fakat filmde bu durum sezdirilmez. Bu sebeptendir ki Baron fakir kalmış; sanata ilgi yitirilmiş; sanayi patronunun işleri kötüye gitmiş ve Bayan Flaem de yaşamını devam ettirmek için patronlarından gelen ahlaksız tekliflere evet demek durumunda kalmıştır. Buhran dönemini tek umursamayan zavallı Bay Kringelein olmuştur, o da hastalığından dolayı...

Sanatının eskisi gibi ilgi görmediğinin farkında olan Grusinskaya azalan alkış sesleri karşısında her performansı sonrasında daha da mutsuz olmaktadır. Bir sonraki gösterisini hep endişeyle beklemeye başlar. Hal böyle olunca da depresyona girer ve sahneye çıkmak istemez. O gece de aynı ruh hali içerisindedir. Fakat menajeri tarafından büyük isimlerle dolu onu bekleyen bir salon olduğu söylenince, eski heyecanına tekrar bürünür ve hazırlanır.


Balerinin ayrılmasından sonra, Baron gizlice kadının odasına sızar. Tam incileri alıp çıkacakken, Rus balerinin performansını yapmadan tiyatrodan kaçtığını öğrenir. Kadın odada depresif bir şekilde hayatına son verme zamanı geldiğini kendi kendine söyleyince, Baron dayanamaz ve kadına görünür. İkisi de birbirlerinden çok etkilenirler. Baron kadına o kadar değer verir ki, kendisiyle ilgili tüm gerçekleri anlatır. Grusinskaya ise adeta aşka aç gibidir. Adam dışında hiç bir şeye önem vermez. Ona yarın gece gösteriden sonra kendisiyle birlikte yaşamasını teklif eder yazlık malikanesinde. Adam endişelidir. Önce borcunu ödemek ve rahatlamak zorundadır. İki sevgili gece lobide buluşmak üzere sözleşir ve ayrılırlar. Hayatlarında sona gelmiş iki aşık için de son şanstır aslında bu...



Bu dakikadan sonra tamamen faklı bir Grusinskaya izleriz. Garbo resmen iki farklı karakteri bize başarıyla yansıtır. Barondan önce depresif, sanatı için hevessiz ve mutsuz bir kadın; Barondan sonra ise ayakları aşktan yerden kesilmiş, sanatı için de heyecanlı ve hevesli bir kadın...Bu Garbo'nun ateşli bir ruh hali içerisindeyken, kestik dedikten sonra büründüğü soğuk hali gibi 2 farklı karakterdir sanki:) 




5 çayında oteldeki dans salonuna Baron'la buluşmak için inen Bayan Flaem, karşısında bambaşka bir Baron görünce şaşırır. Baron ona aşık olduğunu söyler.

"-Düne göre çok farklısın"
"-O dündü."
Beery müthiş oyunculuğuyla bize kalpsiz bir sanayici Preysing'i canlandırır. Beery yukarıda da bahsettiğim gibi Alman aksanı kullanan tek Amerikalı oyuncudur ve bu konuda da diğerlerinden de ayrışmak için tek olmak ister:) Çok da inandırıcıdır. Preysing iş ortaklarıyla anlaşamayacağını anlayarak, şirketle ilgili bir yalan söyleyerek onları bağlar. Stenografı Bayan Flaem için de planları vardır evli bir adam olmasına rağmen.
Zavallı Bayan Flaem, Baronunu kaybettiğini anlayınca itici Preysing'in teklifini kabul etmek durumunda kalır. Joan Crawford aslında bu rol için kariyeri konusunda endişelidir en başında. Fakat hem kadının endişelerini gidermek hem de sansür yememek için Goulding karakteri olabildiğince sempatik hale getirmeye çalışır:) Crawford'un jartiyerinin gösterildiği iddialı sahneler de vardır ama bunlar daha sonra filmden çıkarılmıştır. Filmden çıkarılan diğer bazı kareleri ben de buldum, sizinle paylaşayım:



Aslında Vicki Baum romanında bu işçi kadının hayatı çevresinde döndürür tüm hikayeyi. Zamanında kendisi geçimini sağlamak için otellerde temizlikçilik yaparken, o dönem şahit olduğu ünlü bir sanayici ile stenografı arasında yaşanan bir skandaldan ilham almıştır romanını yazarken. 

Vicki Baum
 Filmdeki en sempatik karakter Bay Kringelein'dır. Adam Baronla beraber eğlenme derdinde olur tüm film boyunca. Heyecan olsun diye birlikte kumar masasına da otururlar ve tabi ki acemi şansıyla Kringelein kazanır:) Sarhoş bir haldeyken onu odasına doktorla birlikte taşıdıktan sonra, Baron yerde adamın cüzdanını bulur ve alır. Fakat daha sonra bu zavallı adama kıyamaz ve geri verir çaktırmadan.



Baron artık çaresiz bir durumdadır. Preysling ve Bayan Flaem geceye birlikte geçirmek üzere odaya geldiklerinde, Preysling kendi odasında bir gölge fark eder ve odaya dalar. Ve zavallı Baronu görürüz. Son çaresinin bu kötü adamı soymak olduğunu anlarız. İkili tartışırken yaşanan durum inanın beni çok şaşırttı. Zavallı Baron için böyle bir son beklemiyordum. Hele bu pis adamın elinden asla, kaza da olsa...Eminim kimse beklemiyordu...Özellikle onu o sırada çaresizce arayan Grusinskaya. Neyse ki Baron inandığı bir felsefeyle yaşama veda eder: Kısa ama mutlu bir hayatla...


Goulding bize Baronun cesedini göstermez. Sadece Bayan Flaem ve Kringelein'dan adamın gözleri açık bir şekilde öldüğünü anlarız. Kringelein baronu gördükten sonra ölümün o kadar da ürkütücü olmadığını anladığını söyler. Buradan zavallı Baronun bu sıkıntılı dünyadan aşkından ayrılsa dahi huzurla göçüp gittiğini anlarız.

Preysling polise teslim edildikten sonra Kringelein, hem güzel vakit geçirmeye devam etmek hem de Bayan Flaem'e ondan faydalanmadan yardım etmek adına birlikte Paris'e seyahat teklif eder. Çok duygulanan Flaem, bu zavallı adamı yalnız ölüme terketmez istemez ve düşünmeden kabul eder.

Baronun ölümü artık tüm otele yayılmıştır. Zavallı Suzzette ise bu durumu hanımından saklamak için tüm oteli örgütler. Herkes Baronun otelden ayrıldığı yalanını söyler zavallı Grusinskaya'ya...Zavallı kadın da onu yeniden görmek ümidiyle otelden yazlık malikanesine doğru taşıdığı bavul dolusu ümitlerle ayrılır...

Bu 5 karakter de aslında otelde 1 gece kalmalarına rağmen, bu bir gecede hayatları tümüyle değişmiştir. Dr.Otternschlag'ın söylediği üzere otele insanlar girip çıkmış, otel aynı kalmıştır ama bu 5 insan asla eskisi gibi olamayacaktır artık...



"I want to be alone"

Her ne kadar hayatı boyunca her zaman yalnız kalmak istese de, siz bu eşsiz kadını yalnız bırakmayın ve filmlerini izleyin derim ben:) Hayat kısa...


Unutmadan! Sevgili Yaşar arkadaşıma, bu haftanın film seçiminde bana fikir verdiği için teşekkürü bir borç bilirim.

Sizin de film önerileriniz olursa lütfen paylaşmaktan çekinmeyin.
 
Keyifle ve sinemayla kalın!



p.s. 
Greta Garbo'nun bu cümlesi, ("I want to be alone" - "Yalnız kalmak istiyorum") sinema tarihinin kült cümlelerinden biri olmuştur.

































Kaynaklar
https://www.britannica.com/biography/Greta-Garbo
https://immortalephemera.com/7768/drew-barrymore-costello-family-tree/
www.imdb.com