18 Mayıs 2018 Cuma

ÇAYIRDAKİ ZAMBAKLAR

Orijinal Film Adı: Lilies of the Field

IMDB: 7,7 / 10

Tür: Dram

Süre: 1 sa. 34 dk.

Renk: Siyah, Beyaz

Yapım yılı: 1963

Ülke: ABD

Yönetmen: Ralph Nelson

Yazar: William E.Barrett (roman), James Poe (Senaryo)
Oyuncular: Sidney Poitier, Lilia Skala, Lisa Mann


Favori diyalog (Quote of the film):





Selamlar!

Son zamanlarda izleyebileceğiniz en tatlı filmlerden biriyle karşınızdayım bu hafta. Gerçekten zamansız ve maalesef tozlu raflarda kalmış eşsiz bir film...Üfleyin tozları ve lütfen izleyin! İçiniz sevgiyle, iyilikle ve yüzünüz gülücüklerle boğulacak emin olun. 

Sidney Poitier
Bugün Amerikan sinemasına yön veren 15 filmden biri kabul edilen bu filmin konusu son derece basit ama özellikle Sidney Poitier'ın o eşsiz oyunculuğu ve karakterinin sempatikliğiyle film sizi başka diyarlara götürüyor. Zaten hünerini kanıtlayan filmler de en basit temalı ve en dar alanda çekilenler değil midir?

Bu filmi daha önce duymadım diyorsanız yazının ilerleyen bölümlerinde eğer bu sene Altın Küre Ödül Törenini izlediyseniz bir şekilde duyduğunuzu size hatırlatacağım:) 

Yoksul bir ailenin çocuğu olarak Bahama'larda dünyaya gelen Sidney Poitier, 15  yaşına gelince ağabeyinin yanına Miami'ye gönderilir. Bu yaşına kadar sadece Afro-Amerikanların arasında büyümüş olan Poitier'e, o dönem siyahilere karşı ırkçılığın yoğun bir şekilde yaşandığı Amerika hayatı resmen bir tokat gibi gelir. Bu tutuma hiç bir zaman anlam veremeyen ve bu ayrımcılık için ilerde birşeyler yapmayı kafasına koyan genç, 18 yaşına geldiğinde ağabeyinden ayrılarak tek başına New York'a taşınır ve burada küçük işlerde çalışarak esas yapmak istediği şeye kapı aralamaya çalışır: Oyunculuk! Evet çok sevdiği oyunculuğu bu fırsatlar ülkesinde denemek isteyen Poitier, sadece siyahilerin gidebildiği "Amerikan Zenci Tiyatrosu"nun seçmelerine katılır. Aksanı ve toyluğu yüzünden kabul edilmeyen genç, 6 ay boyunca aksanını düzeltmek ve kabiliyetini arttırmak için çalışır da çalışır ve tiyatronun 2.seçmelerinde kazanır. Tiyatroda hızla yükselen ve oyunculuğu ile kısa sürede dikkat çeken Poitier'e bir film teklifinin gelmesi gecikmez: Hem de usta yönetmen Mankiewicz'in "No Way Out (Çıkış yok)" filmi! 

Sidney Poitier & Tony Curtis, "Kader Bağlayınca" filminde (1958)
Bu filmde de oyunculuğunun ayrıcalığını hissettiren Poitier, o zamana kadar hiçbir Afro-Amerikalıya teklif dahi edilmemiş rollerle seyirci karşısına çıkar beyazperdede. 1958'de tarihte bir ilk yaşanır ve Poitier "Defiant Ones (Kader Bağlayınca)" filmiyle "en iyi erkek oyuncu" kategorisinde Oscar ödülüne aday olur! Ve bundan tam 5 sene sonra adını iyice altın harflerle kazıtır sinema tarihine: Sidney Poitier, "En iyi erkek oyuncu" kategorisinde Oscar kazanan ilk Afro-Amerikalı olacaktır; hem de bu filmimizle! Ufak bir dipnot bilgi de vermek isterim burada: Oscar ödülünü " En iyi yardımcı kadın oyuncu" kategorisinde kazanan ilk Afrika kökenli kadın oyuncu: Hatie McDaniel olmuştur (1939, Rüzgar Gibi Geçti’de Scarlett O’Hara’nın dadısı rolüyle). Fakat maalesef o tarihte sevgili Hatie'ye sahne önünde ödül verilmesi uygun görülmemiştir!  Poitier'den sonra bugün günümüzde bu kategoride ödül almış sadece 3 aktör bulunuyor: Denzel Washington (İlk Gün, 2001); Jamie Foxx (Ray, 2004) ve Forest Whitaker (İskoçyanın Son Kralı, 2006)


Sidney Poitier (1964)
Hatie McDaniel (1939)
"Çayırdaki Zambaklar" filmine gelindiğinde artık Hollywood'da iyi bir konuma gelmiş olan Poitier, filmin konusundan ve misyonundan o kadar etkilenir ki, teklif edilen ücret o dönem kazandığının çok çok altında olmasına rağmen tereddütsüz kabul eder. Belki de hayatı boyunca edinmiş olduğu misyonu (ırkçılığın anlamsızlığı ve kötülüğü) artık büyük bir açık yüreklilikle hayata geçirebilecektir! Aynı filmde canlandırdığı Homer'ın karşılık beklemeden tek başına bir kilise inşa etmesi gibi! Poitier'in filmlerini izlediğinizde çoğunda ırkçılık unsurlarına rastlarsınız zaten. Ünlü aktör senaryo seçimlerinde bu konuya özellikle hassasiyet gösterir. Başarısı ile Hollywood'da diğer siyahi oyuncuların da önünü açan sevgili Poitier'in bloğumda daha önce yer vermiş olduğum "Beklenmeyen Misafir" filmi bunun en güzel örneklerinden biridir. ("Beklenmeyen Misafir" blog yazımı mutlaka okumanızı tavsiye ederim.)
Katharine Hepburn & Poitier, "Beklenmeyen Misafir" filminde (1967)
Dünya prömiyerini "Berlin Uluslararası Film Festivali"’nde yapan ve 4 ödül ile ayrılan bu eşsiz filmden artık çok fazla uzaklaşmak istemiyorum. Dolayısıyla; 

Önce konu: 😉

Konu:

Afro-Amerikan yakışıklı ve sempatik Homer Smith, doğuya doğru arabasıyla yolculuk ederken, arabasının hararet yaptığını fark eder ve su almak amaçlı küçük bir çiftliğe doğru giriş yapar. Arizona yakınlarındaki bu çiftlikte bir grup Katolik rahibeler tarafından karşılanan Homer, kadınların bozuk İngilizcelerinden Avrupa'lı göçmen olduklarını anlar. 


Su alırken çiftliğe göz gezdiren Homer, çiftlikte yapılması gereken çok fazla şey olduğunu da fark eder. Homer'la karşılaştığından beri Allah'a ona "güçlü bir erkek" gönderdiği için dua eden baş rahibe Maria, Homer'e çatısını onarmasını teklif eder. İlk başta bu teklifi reddeden Homer, paraya da ihtiyacı olunca kadını kırmaz. Kısa bir süre içerisinde çatıyı tamir eden Homer, parasını beklerken, rahibe tarafından akşam yemeğine davet edilir. Bu teklifi de reddedemeyen Homer, sert baş rahibe Maria tarafından yönetilen diğer dört tatlı rahibe kadının da  sadece ekmekle ve sütle beslenecek kadar fakir olduklarına şahit olur. Disiplinli, becerikli ve iyi yürekli Homer, bu kadınlara kıyamaz ve kalışını bir kaç gün daha uzatarak çiftlikteki diğer işleri de halletmeye koyulur. Homer'ın kibarlığı ve çalışkanlığından etkilenen diğer rahibeler de bu adamın gerçekten de Allah tarafından gönderildiğine ikna olmaya başlar.

Fakat baş rahibenin Homer'dan esas beklediği misyon çok daha büyüktür: Kadın o yörede yaşayan halk için Homer'dan bir şapel (küçük kilise) inşa etmesini bekliyordur! Peki bu kadınlara kıyamayarak bir sürü işi sadece ekmek karşılığında kabul eden tatlı ve esprili Homer, bu büyük talep karşısında ne yapacaktır? 

Keyifli seyirler dilerim!


Bilgi ve yorumlar (SPOILER ALERT – Filmi izledikten sonra okumanızı öneririm!)

William E.Barrett'in aynı isimli romanından uyarlanan filmde en dikkat çeken şey, Sidney Poitier'in filmin kadrosundaki tek siyahi oyuncu olması. Irkçılığın yoğun bir şekilde yaşandığı o dönemin Amerikasında, filmde bir siyahi olmasına rağmen; Alman, Meksikalı, Anglo-Amerikan ve İspanyol ırklarının aynı anda bulunması bize birşeyler anlatacak gibidir:) Diğer dikkat çeken unsur ise son derece hassas konu ve temaların birbirine tamamıyla zıt iki farklı karakter arasında geçen ince esprili diyaloglarla örülmesi. Irkçı bir ülkede bir siyahi olarak yaşamasına rağmen oldukça pozitif ve insancıl olan Homer; kendini tamamen dinine adamış ve büyük zorluklar karşısında iyice sertleşmiş Rahibe Maria...Ve bu iki insanın birbirlerine duyduğu derin anlayış ve saygı...Filmi bu derece kültleştiren emin olun sizi hüzünlendirirken usta bir şekilde gülümsetebilmesi:) Film boyunca baş rahibenin sürekli somurturken, sempatik Homer'ın ise sürekli gülümsemesi ve ince esprileri ile çevresini coşturması bunun en güzel yansıması...

Film eski model arabası içinde Afrika kökenli olduğunu anladığımız siyahi Homer'ın beyazlar içerisinde arabasından inerek bakımsız bir çiftliğe su almak amaçlı girmesiyle başlıyor. Film boyunca size eşlik edecek olan eğlenceli tınılı "Amen" adındaki şarkıyı Oscar ödüllü müzisyen Jester Hairstone yazmış ve Poitier'e bu şarkıyı söylediği sahnede dublörlük yapmıştır:) Yani şarkıyı Poitier'in kendisi seslendirmiyor maalesef:)

Jester Hairston
Yüzünde sempatik gülümsemesiyle Maria'ya yaklaşan Homer, kadının ellerini açarak Allah'a "bu güçlü adamı" ona getirdiği için şükretmesi karşısında verdiği cevap komiktir: 😏


Baptist olan ve dini inanışı çok da kuvvetli olmayan Homer, yine de rahibelerin dini tutumlarına saygıyla yaklaşır. Onları pazar ayini için arabasıyla bırakırken, takım elbisesini giyer ve kadınlara arabanın kapısına açarak oturtur. Aynı intizamla kadınları arabasına bindirip, geri de götürür.

İç savaşın yaşandığı dönemde Batı Berlin duvarından kaçarak, aylarca sefalet ve yokluk içerisinde kendilerini Arizona'nın bu kırsal kesimine atan bu 5 dindar kadının amacı, buradaki halkı din çerçevesinde bir araya getirmek ve dinlerini yüceltmektir. Fakat kasabada bir kilise olmadığı için ve kadınların da arabaları olmadığı için; zavallılar her hafta pazar ayinlerine, "seyyar rahiplik yapan" rahip Murphy'nin karavanının önüne kadar saatlerce yürüyerek katılır. Zavallı rahip de bir kilise olmadığı için halkı zaman zaman karavanında ağırlar ve arabanın önünde dini konuşmalarını yapar. Homer ile tanıştığında karavanın içerisine onu davet edip: "Fakir adamın Vatikanına hoşgeldin" der. 



Homer pazar ayinlerine katılmaz, onun yerine Juan'ın Yerinde mükellef kahvaltısını eder. Günlerdir fakir rahibelerle sadece ekmek, yumurta ve sütle beslenmiş olan genç adamın kahvaltısını sipariş ettiği bu ilk sahne sizi cidden güldürecektir:) Özellikle Juan'ın "kahvene süt ister misin" dediğinde Homer'ın süte bakışı efsanedir. 😆


Alman rahibelerin Homer'ın Amerikalı soyismi "Smith"'i "Schmidt" ile telafuz etmeleri de filme ayrı bir espri katıyor. Homer'ın bunu, film boyunca gülerek kabullenmesi ise çok tatlıdır. 

Adamın soyismini duyunca onu kendilerine iyice yakın hisseden kadınlar, Homer'ı masalarına tereddütsüz bir şekilde kabul etmekten de çekinmezler. Homer, günün her öğününde baş rahibe Maria tarafından bir zil sesi eşliğinde avaz avaz bağırılarak çağrılır yemeğe. Hatta ilk masa sahnesi de efsanedir. Odaya girdiği anda Homer birden tereddüt eder. Bu tereddüt birçok yoruma bağlanabilir. Ama bence Homer hem rahiblerle aynı masaya bir erkek olarak ama en çok da bir siyahi olarak kabul edilmesine şaşırır. Ama Homer'ı en çok şaşırtan ise zavallı kadınların inanılmaz fakirliğidir. Kadınların bu yokluk karşısındaki enerjilerine, azimlerine ve gururlarına da hayran kalır Homer. Ve belki de bu yüzden baş rahibelerini asla kıramaz ve kadının her istediğini yapar. Tüm gün çalışmış olan Homer'ın ekmek ve yumurtayı bir lokmada yiyişi ve doymadığı anlaşıldığında da sadece 2.bir ekmek sunuluyor olması da çok dokunaklıdır ama aynı zamanda gülümsetir de. Homer burada da esprisini patlatır 😆




Homer'ın sabah kahvaltıları da efsanedir:)





Bu beş kadının içerisinde İngilizce'yi bölük pörçük de olsa en iyi konuşan baş rahibe Maria'dır. Maria her yemek sonrasında masada kadınlarla bir pikaptan İngilizce öğreten bir plak eşliğinde pratik yaparak öğrenmeye ve öğretmeye çalışır İngilizceyi. Homer buna şahit olunca yine gülümsemesine engel olamaz; özellikle plağın söylediği ilk cümlenin: "Lütfen hizmetçiyi odama gönderin" cümlesi olduğunu duyunca:) Homer, kendisini erkenden uyandıran Maria'ya da bu cümleyi söyler espri olsun diye:) (Bu kısmı yazının en başında "favori diyalog" kısmında görebilirsiniz) Homer kadınlara bizzat kendi ders vermeyi teklif eder. Ve bu her akşam da devam edecektir. 
Kadınlarla kurduğu iletişim ve etkileşim çok samimidir Homer'ın. Sevgi, saygı, anlayış, insanlık....Bu sahnede yine ince bir gönderme vardır. Homer plağın renginin ve kendi derisinin renginin siyah; kadınların derisinin renginin ise beyaz olduğunu anlatmaya çalışır. Ama rahibeler ısrarla farkı anlayamaz. Sanki böyle bir farkın saçma olduğunu kafaları almıyor gibidir...




Parasını bir türlü alamayan ve kadınları terkedemeyen Homer, çok geçmeden Maria'nın amacını da kadından bizzat öğrenir: Maria ondan bir şapel (küçük kilise) inşa etmesini istiyordur! Homer bunu duyunca şok geçirir ve bunu kabul etmeyeceğini söyler. 



Kadına, bunca süre zarfında bir çok işlerini yaptığını, kendinin de geçinmesi gerektiğini ve para alması gerektiğini söyleyince de zeki Maria, onun dilini anlamadığını söyler. Bunun üzerine Homer, koca İncili rahibenin önüne koyar ve "hadi bakalım aynı dilden konuşalım" der:) İncilden bir ayetle "Emekçi karşılığını almalıdır" (Luke 10:7) ayetini gösterir. Maria da ona cevap olarak "Sermon on the mount (Dağdaki vaaz)" ayetini gösterir: Tarladaki zambakların nasıl büyüdüğünü düşün; onlar uğraşmıyorlar (çalışmıyorlar) veya dönmüyorlar. Ve size söylüyorum ki, tüm ihtişamına rağmen Hz. Süleyman'ın bile bu zambaklardan biri gibi donatılmadığını (süslenmediğini) söylüyorum" Buradaki zambak inşa edilecek kilisedir. Bu inşaatta görev alacak herkes Tanrı'nın gücüyle donatılacak ve başarıyı kısa zamanda yakalayacaktır..Maria'nın anlatmak istediği işte budur. Ve Homer pes ederek yatağına gider:) Ama kararlıdır, kiliseyi yapmayacaktır. Ta ki ertesi gün müteahhit Bay Ashton ile tanışana kadar:) 


Ashton'tan malzeme talep eden rahibe Maria, adama müteahhitlerinin Homer olduğunu söyler. Homer'ı merak edip dışarı çıkan Bay Ashton karşısında müteahhit olarak tanıtılan bu genç ve "zenci" adamı görünce gülmekten kendini alamaz. Homer'ı tiye almaya başlayınca, Homer gurur yapar ve adamdan part-time iş isteyerek, geri kalan zamanında da kiliseyi yapacağını beyan eder. Maria sonunda ilk defa rahatlar. 

Şimdi size ilginç bir bilgi vereceğim. Bay Ashton olarak karşımıza çıkan oyuncu, filmin yönetmeni Ralph Nelson'dan başkası değildir! Filme çok inanan Nelson, bütçe çıkarırken evini de ipotek ettirirken kendi de rol almak ister. Ashton dolaylı da olsa Homer'ı ikna ederek önemli bir katkıda bulunmuştur filme:)


Artık para da kazanan Homer'ın özellikle dev kahve tenekeleri aldığı market sahnesi de çok sevimlidir. Homer artık evin erkeği gibidir. Rahibelerin güzel bir şekilde beslenmelerini de sağlar. Hatta onlara da şeker de alarak kadınları mutlu eder.

Dine yaklaşımlarındaki tolerans da çok ilgi çekicidir Homer ve rahibelerin. Dediğim gibi Homer onlara saygı gösterirken, onlar da Homer'ın inanışına saygu gösterir. Hatta "Amen" şarkısının söylendiği sahnede, Homer Baptist ilahi ezgileriyle şakıyı söylerken, rahibelerden de Katolik ilahi ezgisiyle ona eşlik etmelerini ister. Artık hepsi aynı dili değil bir şekilde ortak bir dini de hoşgörü çerçevesinde konuşuyorlardır.


Titizlikle işinen koyulan Homer eldeki tüm malzeyi daha inşaatın dörtte biri bile bitmeden tüketir.



Para yoktur, Maria'nın yazdığı tüm yardım talepleri de tek tek geri çevrilmektedir. Maria ile de tartışınca Homer, birden çiftliği terk eder. Ayine katılan halkın umudu artık kaybolmuştur. Maria ise içten içe Homer'ın geri döneceğini biliyordur ve öyle de söyler soranlara. 

Ve kadının dediği de olur. Homer bir gün ansızın beliverir ve hiçbir şey olmamış gibi yolda ayine yürümekte olan kadınları arabasına bindirir ve yola devam eder. Burada kadınların ona birşey sormaması ve adamın da sessiz kalması gerçekten filme ayrı bir kalite katmıştır. Homer'ın yok olduğu bu 3 haftalık süreç hepimiz için bir gizemdir:)



Homer'ın döndüğünü gören halk umutlarına yeniden kavuşur. Ve birden imkansız gerçekleşir. Birisi kilise inşaatı için tuğla bağışı yapar. Ve bu, ard arda gelecek bağışların ilki olacaktır! Farklı ırktan olan herkes kiliseleri için birşeyler bağışlamaya başlar. Bay Ashton bile!!! 
Bay Ashton'ın ikna olma sahnesi de çok ilginçtir.  Juan, adama din ile ilgilisi olmadığını ama eğer Tanrı varsa bir sonraki hayatını "garantiye" almak için buradaki mucizeye katkıda bulunduğunu söyler Ashton'a. Ashton'ın onlara neden pahalı malzeme getirerek yardım ettiğini anlamayan Homer'e ise Juan'ın verdiği cevap efsanedir: "Garanti" Zamanında rahibe Maria'dan gelen yardım talebini geri çeviren Bay Ashton ise bu cevap karşısında huzursuzlanır. Filmin en soğuk karakteri olarak konumlanan Bay Ashton'ın bile bir insancıl yanı vardır.

Hayatı boyunca müteahhit olmak istemiş ve parasızlıktan okuyamamış olan Homer'ın artık hayatta bir şeyi inşa ediyordur ve adamın artık manevi bir hedefi vardır. Bunu tek başına titizlikle ve kusursuz bir şekilde başarmak isteyen Homer, önce kasaba halkından inşa için talep ettikleri yardımı kabul etmese de, fiziksel gücü bir süre sonra artık yetmeyince kabul etmek durumunda kalır. Bu sahne de çok tatlıdır:) Ve el birliğiyle kilise inşası hızlanır. Kilise inşaatını duyup merak eden Bay Ashton, inşaatı ve malzemeleri görünce gözlerine inanamaz. Homer'ın yöneticiliğine de hayran kalan Ashton, ona inşaat bitince usta başılık teklifinde bulunur ama Homer kabul etmeyecektir...


Ve kilise inşaatı tamamlanır. Homer'ın kilisenin bacasına takılacak olan haçı tek başına takmak istemesi çok hoştur. Kendi ismini büyük bir gururla yazar Homer. Romanda adının başına "Baptist" de yazmıştır ama nedense bu kısım filmden çıkarılır;) Film çekimi için sadece 14 günlüğüne kiralanan araziye, film gereği bu şapel gerçekten de yapılır. Üstelik o kadar da sağlam yapılır ki gerçekten de yüzyıllar boyunca dayanabilecek güçte olur. Fakat maalesef çekimler bitince yıkılmak zorunda da kalır kilise...



İnsanlar yapması gerekeni yapmıştır. Herkes...Çalışmışlar, birlikte yaşamışlar ve birbirlerine yardım etmişlerdir. Üstelik karşılık beklemeden; birbirlerinden öğrenerek, tecrübe edinerek ve en çok da saygı duyarak...

Çatı takıldığında o gece erkekler eğlence de düzenler. 




Herkes içer sarhoş olur. Ertesi sabah Maria'nın Homer'ı suratına su atarak uyandırdığı sahne ise tam bir bomba. 😆





Şapelin inşaatının bittiği gün Homer da artık bitmiştir. Maria ona pazar günkü açılışa onun da katılmasını ve hatta en önde oturmasını ister tüm halkın onu görüp, gelecek projelerine inançlarını hala diri tutmak için.



Evet Maria'nın başka projeleri de vardır. Bunu ilk Bay Ashton ona tuğla getirdiğinde ondan kaçan adama söyler. Kasabaya bir hastane ve okul da yaptırmak istemektedir Maria! Kiliseye giren peder de çok duygulanır. Adam gözyaşlarını tutamaz...


MÜ-KEM-MEL bir film. Filmi sonu ise ayrı bir orijinal ayrı bir güzel. Tatlı Homer görevini tamamlamıştır ve gidecektir artık. Son akşamlarında buruk olan Homer, rahibelere yine İngilizce dersi vermeye başlar. "Bir kilise yaptım. Bir kilise yaptık" diye hep bir ağızdan söyletir. Maria cenneti işaret ederek "O bir kilise yaptı" der. 



Şimdiye kadar "k" harfini söyleyemeyerek "kilise" yi hep yanlış telafuz eden Maria, ilk defa kelimeyi doğru telafuz eder. Bu zamana kadar Homer'a bir kere bile teşekkür etmemiş ve sadece Tanrısına teşekkür etmiş olan Maria'yı ise Homer, oyuna getirir ve ona teşekkür etmesini sağlar bu sahnede:) Ve Homer bu teşekkür karşısında duygulanır...



Homer birden rahibelerle yine "Amen" şarkısını söylemeye başlar. Kadınları masada bırakarak, şarkısını söylemeyi de bırakmayarak yavaşça arabasına yönelir; eşyalarını toplar. Yaptığı kiliseye son kez bakar ve yavaşça kasabayı terk eder. Rahibeler hala şarkıyı söylüyordur. Maria ise Homer'ın gittiğinin farkındadır. 





Ve film alışık olduğumuz "The End" yerine "Amen" şeklinde biter:) Sizce Homer günün birinde okul ya da hastane inşaatı için geri dönecek midir? Kim bilir? 😇😉


Ve gelelim başta bahsettiğim Altın Küre Ödül töreni gecesine. Bu sene 75.düzenlenen Altın Küre ödül töreni bir ilke imza attı ve "Yaşam Boyu Başarı Ödülü" anlamına gelen "Cecil B.DeMille" ödülü bir Afro-Amerikan kadına verdi: Oprah Winfrey! 1953'ten beri bu onur ödülü sadece 3 Afro-Amerikalı erkek oyuncu kazanabilmişti: Yine Sidney Poitier, Morgan Freeman ve Denzel Washington.


Oprah ödülünü aldıktan sonra sözlerine 1964 yılında Oscar'ı kucaklayan ilk Afro-Amerikalı olan Sidney Poitier'i kast ederek:

"Zenci bir adamın öylesine göklere çıkarıldığını hiç görmemiştim" dedi ve devam etti: "Küçük bir kız çocuğu için öyle bir anın ne demek olduğunu, birçok ama birçok kez açıklamaya çalıştım, annesi başkalarının evlerini temizlemekten ölü gibi yorgun kapıdan girmiş, ucuz koltuklarda oturup TV izleyen bir çocuk. Ama Sidney'nin Çayırdaki Zambaklar'daki performansından bir alıntı yapabiliyorum sadece; 'Amin, Amin, Amin, Amin'."

E o zaman buyrun şarkımızı dinleyelim;  😉


Hoşgörüyle, sevgiyle, saygıyla ve tabi ki sinemayla kalın!


























































Kaynaklar:

www.imdb.com
http://www.sanalalfabe.com/oscar-in-ilkleri-ve-enleri/
https://onedio.com/haber/unlu-tv-programcisi-oprah-winfrey-nin-altin-kure-odulunu-alirken-yaptigi-konusma-gozlerinizi-dolduracak-803807


5 yorum:

  1. adamsın kardeşim yazıların gerçekten çok güzeller

    YanıtlaSil
  2. Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ediyorum. Yakında yeni yazılar da olacak, umarım keyifle takip edersiniz. Selamlar.

      Sil
  3. böyle güzel, bilgi ve sevgi dolu site yazık ki yeterli ilgiyi görmemiş. Keşke devam etseydi. Emek için şükran borçluyuz.

    YanıtlaSil