Orijinal film adı: The Collector
IMDB:
7,6/ 10
Tür: Dram, Gerilim
Süre:
1 sa. 59
dk.
Renk:
Renkli
Yapım
yılı: 1965
Ülke:
ABD, UK
Yönetmen:
William
Wyler
Oyuncular:
Terence
Stamp, Samantha Eggar
Favori
diyalog (Quote of the film):
Selamlar!
Bu hafta oldukça etkileyici bir gerilim filmi ile
karşınızdayım. Filmin baş karakteri olan
Freddie, Times dergisi tarafından film tarihinin en soğuk ve şeytani karakterlerinden biri olarak kabul edilmiştir.
Felsefi derinliği fazlaca olan gerilim dolu bir drama olan film İngiliz yazar John Fowles’ın ilk romanından uyarlanmıştır. Orijinal adı “Koleksiyoncu” olan kitap,
ülkemizde gerilimi daha da arttırmak adına Inkilap ve Aka Yayınları
tarafından“Korkunç Koleksiyoncu” olarak çevrilmiştir😊 Ülkemizde filmin adı da budur.
![]() |
John Fowles |
![]() |
Korkunç Koleksiyoncu İnkılap ve Aka Yayınları, 1965 |
Size
Fowles’in kitabından birazdan bahsedeceğim; şöyle ki kurguya ait ilginç bir matematik vardır
içerisinde.
Hollywood’un
efsane yönetmeni William Wyler tarafından yönetilen film; Golden Globe, Cannes,
Sant Jordi gibi birçok film ödüllerinin sahibi olmuştur. Wyler’ın dram-gerilim kategorisinde 3. ve son
filmi olan “Koleksiyoncu”, Samantha Eggar ve Terence Stamp’ın ilk çıkış filmi
olma özelliğini de gösterir.
Sevgili
Terence Stamp bu filmden sonra kendisine teklif edilen “Alfie” rolünü reddeder.
Ve kim kapar rolü? Bir önceki yazımda size bahsetmiştim: Michael Caine! Caine
ile dost olan Stamp yıllar sonra, Caine’in kendisine iyi bir rol için
sabretmesini ve her teklifi kabul etmemesini öğütlediğini fakat kendisinin
Alfie’den sonra teklif edilen her filmde rol aldığını söyleyerek arkadaşını eleştirir. 😊
![]() |
Terence Stamp |
Miranda
rolünde, güzelliği karşısında gözbebeklerinizin normalden biraz daha büyüyeceği
sevgili Samantha Eggar ise performasıyla hem Golden Globe hem de Cannes Film
festivalinde “en iyi kadın oyuncu” ödüllerinin sahibi olur. Birçok da adaylığı olur. Genç yaşında Wyler ile çalışma fırsatı
İngiliz aktristin hayatında bir dönem noktası olacaktır.
![]() |
Samantha Eggar |
Aslında John Fowles’ın romanı, filme
yansıtıldığından çok daha derindir.
Ama
önce konu:
Konu:
Bir
banka memuru ve aynı zamanda kelebek koleksiyoncusu olan Frederick Clegg (Freddie), ilk
gençlik yıllarından beri uzaktan izlediği ama hiç tanışmadığı Miranda’ya aşıktır. Üst tabakadan (aslında orta-üst tabaka demek daha doğru olabilir, çünkü Miranda ailesinin zengin olmadığını ve üniversite bursunu kendi imkanlarıyla elde ettiğinden bahseder) olan sanat öğrencisi Miranda da
onun için kelebekleri kadar eşsiz ve nadirdir. Çalıştığı bankada sürekli “Kelebek çocuk” diye dalga geçilen
Freddie, bir gün spor toto benzeri bir şans oyununda büyük ikramiye sahibi
olduğunu öğrenir ve işinden ayrılır. Artık parası da olduğuna göre Miranda’yı
kendine aşık edebilme fırsatı vardır. Bu
hayallerle planını hemen yapar.
Miranda’yı kaçıracak ve evinde “misafir” edecek, şık giyinip, ona centilmence yaklaşarak kendini tanımasına ve sevmesine fırsat verecektir.
Peki
Miranda ile birebir iletişime geçtiğinde işler sandığı gibi ilerleyecek midir?
Alt tabakadan olan centilmen ve ince Freddie, Miranda tarafından
anlaşılabilecek ve sevilecek midir?
Bilgi ve
yorumlar (SPOILER ALERT – Filmi izledikten sonra okumanızı öneririm!)
Dünyanın
en iyi ve ilgi çekici yönetmenlerinden biri olan William Wyler, titizliği ve
özellikle film senaryolarını romanlardan uyarlatması ile tanınmıştır. Wyler’a özgü bir hikaye anlatım tarzı ve insan
ilişkilerine hassasiyetle yaklaşan bir yönü vardır. Wyler o kadar realistiktir ki, filmlerinde
bunu yansıtma azmi, çoğu zaman aktörler ve bütçe odaklı yaklaşımlı stüdyo
yöneticileri tarafından eleştirilmiştir. Örneğin bu filmde, Wyler, Miranda
rolünü canlandıran Samantha Eggar ile sette herkesin iletişime geçmesini
yasaklamıştır. Kimse Samantha ile yemek yiyemez, sohbet edemez hatta selam bile veremez.
![]() |
William Wyler |
Wyler
bu özelliği ile Hitchcock’u da hatırlatır.
Hitchcock da “Kuşlar” flminde stüdyodakilerin Tippi Hedren ile iletişime
geçmesini yasaklamıştır. Wyler sahne
çekimlerinde o kadar titizdir ki, aynı sahneyi defalarca tekrarlatır. Bu özenli yaklaşımı ona “40 kere Wyler
(40-take Wyler)” lakabını getirmiştir.
Ama Wyler bu titizliği ile beraber çalıştığı tüm aktörlerin ve filmlerin onlarca film ödülü kazanmasını da sağlamıştır Kendisi de “en iyi yönetmen” dalında 3 Oscar ve sayılarca film ödüllerinin sahibi olmuştur. Yani biliniz ki zamanında her aktör-aktrist Wyler ile çalışmak ne kadar zorlu olsa da, onunla çalışmak için can atar. Çünkü sonuç bir ödülle mutlaka
taçlanacaktır.
Wyler
Almanya doğumlu bir İsviçrelidir.
Hollywood’la tanışması, Universal Pictures’ta çalışan uzak bir akrabasının davet etmesiyle olur (1920). Ve bir daha da Hollywood’tan kopamaz. Ofis boy olarak çalışmaya başladığı sinema
kariyerinde, kısa zamanda azmi ve yeteneğiyle yönetmen yardımcısı olur. Film kariyerine western filmlerle başla da
yine kısa bir süre içinde tarzını oturtur Wyler. 1936’da Goldwyn Stüdyolarına geçmesiyle,
Wyler’ın çektiği her film ve oyuncuları ödül adayı olmaya başlar. Hatta kendisi Bette Davis’i Bette Davis yapan
kişidir. (Jezebel filmiyle Bette Davis
Oscar sahibi olmuştur. Bu filmden de
ilerleyen haftalarda bahsedeceğim).
![]() |
Bette Davis - Jezebel |
2.Dünya
savaşında da binbaşı olarak görev yapan Wyler’ın, savaş bitiminde filmlerinde
de bu izleri görürüz. 1946’da çektiği
“Hayatımın En Güzel Yılları (The Best Years of Our Lives)”, “Rüzgar gibi Geçti
(1939)” filminden sonra Hollywood tarihinde en çok gişe hasılatı yapan film
olmuştur. (Rüzgar gibi Geçti: 32 milyon Dolar; Hayatımı En Güzel Yılları: 19.3 milyon Dolar)
![]() |
The Best Years of Our Lives, 1946 |
1949’da
Paramount Pictures’a geçen Wyler, burada da efsane filmlere imza atar: The
Heiress (1949); Detective Story (1951); Carrie (1952) vb. Özellikle bir filmi
vardır ki, o film ile bir ismi kalplerimize kazır: Audrey Hepburn! Birlikte çalıştıkları “Roman Holiday (1953)”
filmi ile Hepburn gencecik yaşında Oscar sahibi olur. Bu film aynı zamanda Wyler’ın da ilk romantik
komedi filmidir.
![]() |
Audrey Hepburn |
![]() |
Roman Holiday, 1953 |
1955’te
Metro Golden Mayer’a geçen Wyler, bir diğer efsane fimini de burada tamamlar:
Ben-Hur (1959)
![]() |
Ben-hur çekimlerinde, 1959 |
Sevgili Wyler'ın kariyerini burada bırakarak, filmimize
geri dönersek; hikaye anlatımlarında “flashback” yöntemini çokça kullanan
Wyler, nedense bu filminde bize Freddie'yi sadece filmin başında ufak bir flashback
ile anlatır. Fred’in pikolojisine dair
herşeyi bizim gözlemimize ve çıkarımlarımıza bırakmıştır.
Gözlemlediğimiz kadarıyla Fred bir
sosyopattır. (Bildiğiniz de üzere “sosyopat”,
antisosyal kişilik bozukluğu olan kişilere verilen isimdir. Toplum kurallarına uymayan, empatiden yoksun
olan, ahlaki değerlere önem vermeyen, suça meyil gösteren ve benzeri özellikler
taşıyan kişilere sosyopat denilmektedir). Terence
Stamp’in durgun oyunculuğu gerçekten çok etkileyici. Wyler onu bu role hazırlarken özellikle ondan set dışında
Samantha Eggar’la tüm iletişimini kesmeni ister. Eggar anılarını anlatırken kendisi dahil
setteki herkesin Samantha’ya hayran olduğunu hatta ondan çok da hoşlandığından
bahseder. Çekimler başlamadan ikili iyi
birer arkadaştır da. Bir gün Wyler,
Stamp’e, Samantha’ya karşı cani davrandığını düşündüğünü bildiğini ama bunu Samantha'nın en iyi performansını yakalamak için yapması gerektiğini söylemiştir. Wyler ne yaptığını ve yapması gerektiğinin
her zaman farkındadır. Öte yandan Samantha Eggar, Stamp’in set dışında da karakterinin içinde kaldığının farkında değildir. Stamp’in soğuk tavırları onu çekimler boyunca
mutsuz eder. Fakat çektiği tüm
sıkıntılara rağmen Samantha Eggar, Wyler’ı her zaman minnetle anar ve
tekrarlarıyla ün yapmış yönetmenin kendisinden en fazla 2 tekrar talep ettiğini
söyler. Buradan Wyler’ın tüm bu uğraşları sonucunda Eggar’ı istediği kıvama
getirebildiğini anlayabiliriz. 😊
Evet,
Freddie bir gün kelebek toplarken farkeder izole bir bölgede olan eski büyük evi. Evin içinden ziyade kiler ve bodrum
bölümlerini gezmesine anlam veremesek de yüz ifadesinden birşeyler planladığını
anlarız. Belki de o evi bulamasaydı Miranda’yı asla kaçırma fırsatı bulamayacaktı, kimbilir...
Filmde kloroformla bayıltma fikri ve sahnesi de ölümsüzleşmiştir. Ülkemizde "Yeşilçam" sinemasında da bu teknikle kaçırma sahnelerine çokça rastlarız. Bir zaman sonra da içkinin içerisine ilaç karıştırma yöntemi kullanılır :)
Miranda’yı kaçırana kadar Freddie’nin güç ve hakimiyetini hissettiği tek konu kelebek koleksiyonudur. Birbirinden güzel ölü kelebekleri en iyi şekilde sergileyerek onları izlemekten zevk alır. Anlarız ki, normalde entellektüel ve sosyo ekonomik açıdan hiçbir zaman bir araya gelemeyeceği Miranda’yı kaçırıp evinde hapsederek, bir nevi koleksiyonuna yeni bir tür daha katmanın tatminini yaşamak ister. Freddie kelebeklerini sevdiği gibi Miranda’yı da yıllarca uzaktan beğenmiş, sevmiş ve her adımını izlemiştir.
Miranda’yı kaçırana kadar Freddie’nin güç ve hakimiyetini hissettiği tek konu kelebek koleksiyonudur. Birbirinden güzel ölü kelebekleri en iyi şekilde sergileyerek onları izlemekten zevk alır. Anlarız ki, normalde entellektüel ve sosyo ekonomik açıdan hiçbir zaman bir araya gelemeyeceği Miranda’yı kaçırıp evinde hapsederek, bir nevi koleksiyonuna yeni bir tür daha katmanın tatminini yaşamak ister. Freddie kelebeklerini sevdiği gibi Miranda’yı da yıllarca uzaktan beğenmiş, sevmiş ve her adımını izlemiştir.
Freddie
ile Miranda’nın ilk karşılaşma sahnelerinde ise Freddie’nin son derece doğal
ama bir o kadar da tuhaf bir şekilde “senin hakkında herşeyi biliyorum” demesi
gerçekten ürkücüdür. Freddie’nin
kendisini cinsel tatmini ya da parası için kaçırmadığını anladığında ise Miranda’nın
korkusu artar. Karşısında ona uzun
zamandır hayran olduğunu ve hakkında herşeyi bildiğini iddia eden bir sosyopat
vardır. Üstüne bir de Freddie ona aşık
olduğunu söyleyince, Miranda onun saçma amacını anlar. Eğer onu aşık etmek için zorla alıkoyduysa
sonsuza kadar burada kalacağını söyler. Miranda’nın
zekice kurguladığı birkaç kaçma girişimi başarısız olunca Freddie ona,
kendisini tanımak için fırsat vermesi ve sevmesi karşılığında 6 hafta sonunda onu serbest bırakacağını söyler. Böylelikle 11 Haziran
Miranda için “özgürlük günü” olur. Bu
kötü günlerinde dahi bir sanatçı olan Miranda’nın renklerle özgürlüğüne
yaklaştığını ifade etme biçimi çok orijinal ve bir o kadar da içler acısıdır...
Filmin etkileyici 3 sahnesi vardır; biri Freddie’nin asla Miranda ve arkadaşları gibi entellektüel bir seviyeye ulaşamadığını anladığı ve bunu Picasso’nun sanat anlayışı ile örneklendirdiği sahne; bir diğeri, sanatı olarak kabul ettiği kelebek koleksiyonunu Miranda’ya gösterdiğinde onun bu sanatı ölümle bağdaştırması ve en filmin sonunda yağmur altında ikilinin mücadelesi ve Miranda’nın aslında zorlasa kaçmayı başaracağı ama herşeye rağmen Freddie’ye zarar verdiği için korkup ileri gidemediği sahne.
Freddie’nin donuk mizacı sadece kelebek koleksiyonunu gösterdiğinde kaybolur. Samantha “çok güzel ama üzgünler” der kelebekler için. Yaşayan bu güzeliklere nasıl kıydın derken sanki kendi sonunu da görüyordur☹ Kavanoza kapattığı güzel bir kelebeği serbest bırakmaya çalışır ama Freddie engel olur; “Yapma! Ondan bir tane daha bulamam" der. Burada Wyler bize Miranda’nın içinde bulunduğu duruma ait bir metafor sunar aslında. Samantha aslında hiç serbest kalamayacağını anlar. Çünkü bu adam her güzel canlıyı öldürerek sahip olan ve zevkle seyreden bir canidir. Aslında burada karşıt iki kutubu net bir biçimde görebilmekteyiz. Cahil ve sığ bir beyin hapsedip sahip olmayı ve hükmetmeyi tercih ederken; entellektüel ve yaratıcı bir ruh, özgürlüğü ve varlığın gücünü temsil eder.

Kitabın filmdeki felsefeyi anlamada daha ilgi çekici olduğundan bahsetmişim:
Fowles’in
kitabı 4 bölümden oluşmaktadır. İlk
bölüm 21 yaşındaki sosyopat Freddie’nin anlatımından; 2.bölüm ise kaçırdığı
Miranda’nın tutsaklığı boyunca tutttuğu günlük anlatımdan oluşmakta. Romanın son 2 bölümünde ise yine Freddie’nin
anlatımına döneriz. Dolayısıyla
kaçırılan Miranda maalesef kitapta da Freddie’nin bölümleri arasında
hapsolmuştur.
Aslında Freddie büyük ikramiyeyi kazancınca, kendini sosyo ekonomik açıdan Miranda ile
denk görüp, onun da kendisini sevebileceğine dair hayaller kurar. Ama sosyo-kültürel değerleri hesaba katmaz. İlk bölümde Freddie’nin anlatımından aslında ne kadar eğitimsiz olduğunu,
sanat; bilim gibi konularda fazlaca cahil olduğu bize verilir. Miranda karşısında nazik
fakat eziktir. Kadınla olan
diyaloglarında aralarındaki sınıf farkının da iyice farkına varır. Freddie ona
“siz” diye hitap ederken, Miranda ona “sen” diye seslenir. Fakat Miranda’nın bu üstün tutumu Freddie’nin
ona karşı olan hayranlığını iyice arttırır.
Aynı kelebekleri gibi Miranda’yı istediği zaman seyredebilecektir ve ona
sahiptir artık. Onunla cinsellik
yaşayamayacak kadar da özeldir Miranda.
Freddie bu düşünceyle kötü birşey yapmadığına dair kendi kendini sürekli ikna
eder. Fakat Miranda ona deli ve sapık
diye aşağılar. Filmde de bu kültürel uçurum Miranda ile Freddie'nin Miranda'nın çok sevdiği Picasso'nun sanat anlayışına dair konuşmalarla bize yansıtılmaya çalışılmış. Bu sanat anlayışını uğraşsa da bir türlü kavrayamayan Freddie, sonunda tüm kitapları yırtar. Yani sığ beyin yine yok ediliciğine geri döner.
Kitabın 2.bölümü ise oldukça ilginçtir. Tutsak bir
insanın değişen psikolojisine şahit olursunuz.
Miranda Freddie’den nefret etmesine rağmen; zaman zaman onun eğitimle
iyi bir insan olabileceğini de düşünüyor. Roman
kaçıran-kaçırılan değil de iki farklı sınıfın mücadelesi gibidir. Hatta romanda tutsak konumunda olmasına
rağmen Miranda’nın Freddie’ye üstten bakışı rahatsız bile edebiliyor okuru. Dolayısıyla yazar iyi ve kötüyü keskin olarak
ayırmayarak okura ters köşe yapabiliyor.
Günler geçtikçe kurtulamayacağını anlayan Miranda, “alt tabaka”dan sınıf
atlayan üst tabakayı taklit ederek bir “yeni kitle”nin oluştuğundan bahsediyor. Toplumda
çoğunluğu oluşturan bu yeni “sürü”den nefret ettiğini de ekliyor
günlüğüne.
3.bölümde ise Miranda’nın bakımsızlıktan ölmesini Freddie vicdan yapar; onu affettiğine dair
kendini ikna eder, hatta intihar etmeyi bile düşünür. Fakat kendini haklı
görerek rahatlatmaya çalışır.
4. ve son bölümde
ise Freddie Miranda’nın günlüğünü bulur ve okur. Kadının aslında kendinden ne
kadar tiksindiğini anlar. Miranda’nın
onu asla anlamadığı gerekçesiyle de vicdanını iyice rahatlatır. Bu bölümde Freddie tamamen değişir; ve artık
o üstündür. Günün birinde Miranda’ya benzer
bir kız görür ve kendi sınıfından birine “efendi” olduğunu gösterip
“misafir” ederse aradığı mutluluğu bulacağına inanır. Ve kızı kaçırmak için hazırlıklara başlar. Böylelikle insan koleksiyonuna da başladığını üzülerek anlamış oluruz.
Kitaptan
farklı olarak, filmde Miranda, Freddie’yi ağır bir şekilde aşağılamazken;
Freddie de filmde,kitapta anlatıldığı kadar cahil ve kaba görünmemektedir. Hatta filmde Freddie o kadar masum ve centilmendir ki
kızmanız gereken çoğu yerde ona acırsınız.
Aslında Wyler’ın da amacı budur.
Fakat yine de karakterin dengesizliği sizi ürkütür.
Kitapta olmayıp filmin senaryosuna sonradan eklenen bölüm ise komşunun Freddie’yi ziyaret ettiği sahnedir. Bu sahnenin aslında sonradan eklendiği o kadar belli ki. Meraklı bir karakteri olduğunu anladığımız komşu, tüm ters gelişmelere rağmen Freddie’yi bir daha ziyaret etmez ve sorgulamaz.
Filmin sonlarına doğru, Miranda’nın Freddie’yi baştan çıkarma girişimi ise Freddie’nin gözünde Miranda’yı sıradanlaştırır ve ona göre kendi seviyesine indirir. Freddie bu andan itibaren üstün olduğunu hisseder ve Miranda’ya haddini bildirmek için kendince cezalandırır. Fakat bu Miranda’nın hayatına mal olacaktır. Filmin sonu ile kitabın sonundaki Freddie biraz farklıdır. Filmde Freddie hastaneye yattığı için Miranda ile ilgilenemez ve sonunda müdahele etse dahi Miranda zaten ölecekmiş gibi bir izlenim yaratılır. Kitapta ise artık kendini Miranda’dan üstün gören Freddie, kadınla hasta olduğunu bile bile ilgilenmez ve onu ölüme terk eder.
Kitapta
olup filmde yer almayan bir diğer konu da, Miranda’nın kendinden yaşça bir hayli büyük
öğretmeni ile olan aşk ilişkisidir. Kitapta
ikili arasında derin felsefik konuşmalar da geçmekte. Miranda’nın yaşı küçük
olmasına rağmen sahip olduğu felsefi derinliği bu ilişkisinden aldığı yorumu da çıkarabiliriz. Aslında filmde de Miranda’nın sevgilisi
olmuştur ama biz göremeden silinmiştir kendisi😊
Nasıl yani derseniz; 3 saatten fazla süren film, Wyler tarafından kesilerek 2
saate indirilmiştir. Yalnız kesim
aşamasında belki de film tarihinde bir ilk gerçekleşmiştir (Gerçekten bir ilk mi - bu konuyu araştıracağım). Wyler, filmde Miranda’nın erkek arkadaşı
rolündeki ünlü İngiliz aktör “Kenneth More”’un göründüğü tüm kareleri silmiştir😊
More, emeğine o kadar üzülür ki yıllar sonra bu durumun hala canını
yaktığını söyler. Kendisi Wyler’ı mahkemeye
verip kazanma ihtimali varken bunu yapmaz çünkü Wyler’a olan saygısı sonsuzdur. Diğer yandan Wyler’a göre ise en iyi sahne
çekimlerinden çoğunu Kenneth ile yapmıştır fakat filmin akışı için onun olduğu
sahneleri kesmek zorunda kalmıştır. Sadece filmin başında More’u arkadan
görürüz.
![]() |
Kenneth More |
Filmin
çekildiği 1960'lı yıllarda, katilin cinayetinin yanına kar kaldığını gösteren bir film, film denetçileri tarafından sakıncalı olarak kabul edilir ve filmin akışına müdahele edilirdi. Samantha Eggar’ın
anılarında anlattığına göre, filmi izlerken uyuyakalan denetçi, filmin sonunu
izleyemeden film biter. Çaktırmamak için
de soru sormadan filme onay verir. Eggar’a
göre eğer denetçi o gün filmin sonunu görmüş olsaydı, muhtemelen film bir tutuklama
sahnesi ile bitiyor olacaktı😊 Ve biz filmden bu kadar etkilenmiş olamayacaktık.
Peki bu filmde verilmek istenen mesaj nedir diye sorarsanız; her insanın içinde iyi ve kötünün barındığını;
eşit koşullar sağlandığında, sınıf ayrımının ortadan kalktığı daha yaratıcı ve özgür bir
düzenin gelebileceğini anlatıyor desem bana inanır mısınız? 😊 Peki şöyle desem; eğitim eğitim
eğitim! Yoksa “yeni kitle” sizi yok edecek!
Keyifli
izlemeler dilerim.
Kaynaklar:
https://www.britannica.com/biography/William-Wyler
www.imdb.com
http://www.nytimes.com/movie/review?res=9902E0DC133CE733A2575BC1A9609C946491D6CF
https://paratic.com/sosyopat-nedir-kime-denir/
www.kiltabletoyku.com
Gerçekten filmden hemen sonra okunduğunda çok bilgilendirici bir yazı olmuş. Kitabı bile merak ettim. Günümüz için bile geçerli bir konudur. Teşekkürler.
YanıtlaSilBen teşekkür ederim, keyifli takipler dilerim.
YanıtlaSil